Sayfalar

18 Mart 2016 Cuma

Şiirim: Çanakkale Zaferi 101.Yıl


101 YIL EVVEL GEÇİT VERMEYEN ATAMIZIN RUHLARI ŞAD OLSUN...
ÇANAKKALE GEÇİLMEDİ... GEÇİLMEYECEK!!!

14 Mart 2016 Pazartesi

Kitap: Sis ve Gece

Kitap Hakkında:
Kitabın Adı: Sis ve Gece
Yazar : Ahmet Ümit
Yayınevi : Doğan Kitap
Ebat : 13x23 cm
Sayfa :256
Ücret : 13 TL
Puanım:80

Yazar Hakkında:
1960 yılında Gaziantep’te dünyaya gelen Ahmet Ümit yedi çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuydu. Annesi terzi, babası ise kilim ticareti yapan bir esnaftı. İlköğretimini Gaziantep’te tamamladı. Ardından Gɑziɑntep Atɑtürk Lisesi’ne devɑm etti.  1983’te Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. 1985-1986 yıllarında Moskova Sosyal Bilimler Akademisi’nde eğitim gördü. 1989’da "Sokağın Zulası", 1992’de "Çıplak Ayaklıydı Gece", 1994’te "Bir Ses Böler Geceyi", 1995’te "Masal Masal İçinde", 1996’da "Sis ve Gece", 1998’de "Kar Kokusu", 1999’da "Agatha’nın Anahtarı" adlı polisiye öykü kitabı, 2000’de "Patasana", 2002’de "Kukla" ve 2003’te "Beyoğlu Rapsodisi" adlı romanları ve 2002’de "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir", 2004’te "Aşk Köpekliktir" adlı öykü kitaplarıyla "Kavim", "Ninatta’nın Bileziği" romanları yanı sıra 2007’de "İnsan Ruhunun Haritası" adl denemesi yayımlandı. Ahmet Ümit’in ayrıca "Baş komiser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü" adlı bir de çizgi romanı vardır.

Arka Kapaktan:
Aniden kaybolan genç bir kız: Mine... Âşık olduğu kızı arayan bir MÎT görevlisi: Sedat. Yasak bir aşk. İstihbarat örgütünün içindeki entrikalar. Askerlerle, sivillerin çatışması... Günümüz İstanbul'undan renkli insan portreleri. Karanlık sokaklarda soluk soluğa bir koşuşturma. Örgüt evlerine düzenlenen baskınlar, yargısız infazlar, kayıtlara geçmemiş ölümler. Kayıtlara geçmemiş ölümlerin parçaladığı yaşamlar... Türkiye'nin yakın geçmişine insani bir bakış...

"Bakışlarımı konağa çeviriyorum. Görenlerde korku ve ürperti uyandıracak bu bina bana hüzün veriyor. Onu daha önce hiç görmemiş olmama karşın aramızda çözümleyemediğim bir bağın varlığını hissediyorum. Bahçedeki çürümüş yapraklara basarak binanın kapısına doğru yürüyorum. Kanatlı demir kapının üstünde, yer yer çatlamış mermer alındaki kabartma dikkatimi çekiyor. Kabartmada ilk seçtiğim bir yıldız oluyor. Yıldızın hemen altında, namluya benzer bir başka şekil var, bunun bir tabanca olduğunu anlamakta gecikmiyorum. Tabanca kabzasının altına bir de yarımay oyulmuş. En yukarıda yıldız, altında bir tabanca ve kabzasının hemen ucunda bir yarımay. Bu amblemi bir yerlerden hatırlıyorum ama çıkaramıyorum." (Tanıtım Bülteninden)

Kitabın Analizi &Yorumum:
Romanımızın kahramanı Sedat Melike isimli bir bayanla evli, iki de kız çocuğu olan orta yaşlı MIT görevlisi bir komiserdir. Çalıştığı kurumda çeşitli entrikalar sonucunda meslekten el çektirilince kendisini bir anda boşlukta bulur. Hareketli iş yaşamına alışık olan Sedat içinde bulunduğu boşluğu dolduracak, kaybettiklerini kendisine aratmayacak bir şeyin arayışı içindeyken karşısına kendisinden bir hayli genç Üniversite öğrencisi Mine çıkar. Güzel sanatlar resim bölümünde okuyan Mine, genç, güzel, alımlı bir bayandır. Mine Sedat’a eksikliğini hissetmeye başladığı huzur ve mutluluğu yeniden tattırır. Sedat bir anda bu genç kıza tutulur ve ona aşık olur.


 Oysa Mine’nin Sedat’a aşık olduğu söylenemez. Zira Mine anne ve babasından ayrı olarak tek başına Eleni isimli yaşlı bir Rum bayanın konağında kiracı olarak kalmaktadır. Bayan Eleni ise zihinsel engelli kızı Maria ile birlikte bir hayat sürmektedir. Mine’nin babası annesinden ayrılmış ve Almanya’da çalışmaktadır. Annesi ise yeni eşi ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır. Sedat’ın sık sık Mine’nin evine konağa gelerek onunla vakit geçirmesi Mine’ninde hoşuna gider, zira kendisini bu adamın yanında güvende hissetmektedir. Fakat bir gün Mine geride hiçbir iz bırakmadan ansızın kaybolur.


Genç kızın kaybolması her şeyi allak bullak ederek Sedat’ı derinden sarsar. Sedat artık kendini tamamen Mine’yi bulmaya adamıştır.

Kızının kaybolduğunu duyan Metin Bey Almanya’dan kalkıp İstanbul’a gelir ve Sedat’la görüşür. Mine’nin kayboluşunun odaklandığı bir kilit noktası vardır. O da Sedat’ın en son katıldığı operasyon. Bu operasyon, yasadışı faaliyetleri olduğu tespit edilen bir örgütün üyelerine yapılır. Örgüt mensupları Üsküdar’da bir ev baskını sonucu ele geçirilirler. Bu operasyonda Sedat’ın amiri Yıldırım ve Mine’nin bir süre ilişki yaşadığı Fahri öldürülür. Kahramanımız Sedat da bu operasyonda yaralanır. Sedat, yaralanmadan önce iki kişiyi vurduğunu, bunlardan birinin yere yığıldığını, diğerinin de karanlıktan istifade ederek yaralı bir şekilde kaçtığını hatırlar.

Bu operasyon ile Mine’nin kayboluşu arasında bir ilgi olduğunu düşünür ve Mine’yi aramaya koyulur. Baskın yapılan ev ile ilgisi olan herkesi sorguya alır. Ama bu sorgulardan bir sonuç elde edemez. Günlerce Mine’yi arayan Sedat, zaman zaman Mine’nin ev sahibi Madam’ı da ziyaret eder.
Yaşlı ve tekerlekli sandalyeye mahkûm hayatını devam ettiren Madam, bu ziyaretlerden birinde Sedat’a kendi hayat hikâyesini anlatırken kızı Maria’nin avcılığa meraklı olan babası ile alakalı bir anısını paylaşır.
İşte romanımız bu şekilde seyrine devam edip gider ve hiç beklenmedik müthiş bir sonla noktalanır.

Maria ile babasının aralarındaki sır nedir?
Maria’nın başına gelen beklenmedik şey nedir? Bu olayı kim niçin tezaglamıştır?
Aslında Sedat’a yardım ediyor gibi görünüp kendisini ateşe atan kimdir?
Kahramanımızın MIT’te amir olan amcası Sedat’a neden sinirlenmiştir?
Mine’nin babasının anlatmadığı nedir?
Mine’nin annesi Metin beyle neden evlenmiş, sonrasında neden ayrılmıştır?
Sedat Fahri hakkında kimden bilgi alacaktır?
Sedat Mine’yi nerede bulacaktır?

İşte tüm bu ve diğer soruların cevabı romanın içerisinde gizli.

Şimdi gelelim kitap hakkındaki yorumlarımıza…

1996 yılında yayımlanan kitabı ne yazık ki satın alma fırsatım olmadı. Onu e-kitap olarak sadece geceleri okudum. Ayrıca okuduğum ilk Ahmet Ümit kitabıydı. Beğendim mi? Evet beğendim.
Sinema filmi de çekilmiş olan eserde yazarın anlatımı basit, dili yalın ve akıcı. Kahramanın, çevresindeki yan karakterlerin neler düşündüğü, nasıl hissettiği, neden yaptığı üzerine olan tahlilleri de başarılıydı bence.
Lise yıllarımda Agatha Chrtistie dahil çok fazla polisiye okuduğundan dolayı bu romanda eksik olanın polisiye romandan beklenen heyecanın eksik oluşuydu. Gerçi her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır derler, bizim yazarımızda kendi tarzını yaratmak istemiş olabilir diye düşünüyorum. Yoksa işin içinden çıkamayıp kısır döngüye giriyorum.
Ama heyecanın eksik olması bende olmasa bile  polisiye kitaptan beklentisi olan okuyucuda bir bıkkınlık yaratabilir. Ayrıca olayın çözümüne yönelik soruşturmaların heyecandan uzak ve okuyucunun zihninde bu sayfadan sonra ne olacak acaba beklentisine cevap verememiş olması bir başka negatif yönü.
Karakterlerin gerçek hayattan insanlar olması, İstanbul’la ilgili verdiği betimlemeler ve kurgudaki başarısının oldukça üst düzeyde olması artı yönleri.
Her şeye rağmen kitabı okuyup bitirdiğimde büyük bir keyif ve tat aldığımı söylemeliyim. Velhasıl okumaya değer...

3 Mart 2016 Perşembe

Şiirim: Yok İşte...

Gece nöbetinde işte olduğum bir andı. Biraz da, yok gerçeği söylemek gerekirse bayağı bir rahatsızdım ayrıca. Sanırım midemi üşütmüştüm. Bir bulantı, bir bulantı, ancak yarım saat kadar dayanabildim. Sonrası malum... Lavaboya koşturdum... Sonra çok şükür rahatladım...
Ondan sonra hafiften karalamaya başladım ve ortaya aşağıdaki küçük şiirimsi bir şey çıktı.
Ben de buraya ekledim.