Kitap
Hakkında:
Kitabın Adı:
Sis ve Gece
Yazar : Ahmet
Ümit
Yayınevi :
Doğan Kitap
Ebat : 13x23
cm
Sayfa :256
Ücret : 13 TL
Puanım:80
Yazar Hakkında:
1960 yılında
Gaziantep’te dünyaya gelen Ahmet Ümit yedi çocuklu bir ailenin en küçük
çocuğuydu. Annesi terzi, babası ise kilim ticareti yapan bir esnaftı.
İlköğretimini Gaziantep’te tamamladı. Ardından Gɑziɑntep
Atɑtürk Lisesi’ne devɑm etti. 1983’te Marmara
Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nü bitirdi. 1985-1986 yıllarında Moskova
Sosyal Bilimler Akademisi’nde eğitim gördü. 1989’da "Sokağın Zulası",
1992’de "Çıplak Ayaklıydı Gece", 1994’te "Bir Ses Böler
Geceyi", 1995’te "Masal Masal İçinde", 1996’da "Sis ve
Gece", 1998’de "Kar Kokusu", 1999’da "Agatha’nın
Anahtarı" adlı polisiye öykü kitabı, 2000’de "Patasana", 2002’de
"Kukla" ve 2003’te "Beyoğlu Rapsodisi" adlı romanları ve
2002’de "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir", 2004’te "Aşk
Köpekliktir" adlı öykü kitaplarıyla "Kavim", "Ninatta’nın
Bileziği" romanları yanı sıra 2007’de "İnsan Ruhunun Haritası"
adl denemesi yayımlandı. Ahmet Ümit’in ayrıca "Baş komiser Nevzat,
Çiçekçinin Ölümü" adlı bir de çizgi romanı vardır.
Arka Kapaktan:
Aniden
kaybolan genç bir kız: Mine... Âşık olduğu kızı arayan bir MÎT görevlisi:
Sedat. Yasak bir aşk. İstihbarat örgütünün içindeki entrikalar. Askerlerle,
sivillerin çatışması... Günümüz İstanbul'undan renkli insan portreleri.
Karanlık sokaklarda soluk soluğa bir koşuşturma. Örgüt evlerine düzenlenen
baskınlar, yargısız infazlar, kayıtlara geçmemiş ölümler. Kayıtlara geçmemiş
ölümlerin parçaladığı yaşamlar... Türkiye'nin yakın geçmişine insani bir
bakış...
"Bakışlarımı
konağa çeviriyorum. Görenlerde korku ve ürperti uyandıracak bu bina bana hüzün
veriyor. Onu daha önce hiç görmemiş olmama karşın aramızda çözümleyemediğim bir
bağın varlığını hissediyorum. Bahçedeki çürümüş yapraklara basarak binanın
kapısına doğru yürüyorum. Kanatlı demir kapının üstünde, yer yer çatlamış
mermer alındaki kabartma dikkatimi çekiyor. Kabartmada ilk seçtiğim bir yıldız
oluyor. Yıldızın hemen altında, namluya benzer bir başka şekil var, bunun bir
tabanca olduğunu anlamakta gecikmiyorum. Tabanca kabzasının altına bir de
yarımay oyulmuş. En yukarıda yıldız, altında bir tabanca ve kabzasının hemen
ucunda bir yarımay. Bu amblemi bir yerlerden hatırlıyorum ama çıkaramıyorum."
(Tanıtım Bülteninden)
Kitabın Analizi &Yorumum:
Romanımızın
kahramanı Sedat Melike isimli bir bayanla evli, iki de kız çocuğu olan orta
yaşlı MIT görevlisi bir komiserdir. Çalıştığı kurumda çeşitli entrikalar
sonucunda meslekten el çektirilince kendisini bir anda boşlukta bulur.
Hareketli iş yaşamına alışık olan Sedat içinde bulunduğu boşluğu dolduracak,
kaybettiklerini kendisine aratmayacak bir şeyin arayışı içindeyken karşısına
kendisinden bir hayli genç Üniversite öğrencisi Mine çıkar. Güzel sanatlar resim
bölümünde okuyan Mine, genç, güzel, alımlı bir bayandır. Mine Sedat’a
eksikliğini hissetmeye başladığı huzur ve mutluluğu yeniden tattırır. Sedat bir
anda bu genç kıza tutulur ve ona aşık olur.
Oysa Mine’nin
Sedat’a aşık olduğu söylenemez. Zira Mine anne ve babasından ayrı olarak tek
başına Eleni isimli yaşlı bir Rum bayanın konağında kiracı olarak kalmaktadır.
Bayan Eleni ise zihinsel engelli kızı Maria ile birlikte bir hayat sürmektedir.
Mine’nin babası annesinden ayrılmış ve Almanya’da çalışmaktadır. Annesi ise
yeni eşi ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır. Sedat’ın sık sık Mine’nin evine
konağa gelerek onunla vakit geçirmesi Mine’ninde hoşuna gider, zira kendisini
bu adamın yanında güvende hissetmektedir. Fakat bir gün Mine geride hiçbir iz
bırakmadan ansızın kaybolur.
Genç kızın
kaybolması her şeyi allak bullak ederek Sedat’ı derinden sarsar. Sedat artık kendini
tamamen Mine’yi bulmaya adamıştır.
Kızının
kaybolduğunu duyan Metin Bey Almanya’dan kalkıp İstanbul’a gelir ve Sedat’la
görüşür. Mine’nin kayboluşunun odaklandığı bir kilit noktası vardır. O da
Sedat’ın en son katıldığı operasyon. Bu operasyon, yasadışı faaliyetleri olduğu
tespit edilen bir örgütün üyelerine yapılır. Örgüt mensupları Üsküdar’da bir ev
baskını sonucu ele geçirilirler. Bu operasyonda Sedat’ın amiri Yıldırım ve
Mine’nin bir süre ilişki yaşadığı Fahri öldürülür. Kahramanımız Sedat da bu
operasyonda yaralanır. Sedat, yaralanmadan önce iki kişiyi vurduğunu, bunlardan
birinin yere yığıldığını, diğerinin de karanlıktan istifade ederek yaralı bir
şekilde kaçtığını hatırlar.
Bu operasyon
ile Mine’nin kayboluşu arasında bir ilgi olduğunu düşünür ve Mine’yi aramaya
koyulur. Baskın yapılan ev ile ilgisi olan herkesi sorguya alır. Ama bu
sorgulardan bir sonuç elde edemez. Günlerce Mine’yi arayan Sedat, zaman zaman
Mine’nin ev sahibi Madam’ı da ziyaret eder.
Yaşlı ve
tekerlekli sandalyeye mahkûm hayatını devam ettiren Madam, bu ziyaretlerden
birinde Sedat’a kendi hayat hikâyesini anlatırken kızı Maria’nin avcılığa
meraklı olan babası ile alakalı bir anısını paylaşır.
İşte
romanımız bu şekilde seyrine devam edip gider ve hiç beklenmedik müthiş bir
sonla noktalanır.
Maria ile
babasının aralarındaki sır nedir?
Maria’nın
başına gelen beklenmedik şey nedir? Bu olayı kim niçin tezaglamıştır?
Aslında
Sedat’a yardım ediyor gibi görünüp kendisini ateşe atan kimdir?
Kahramanımızın
MIT’te amir olan amcası Sedat’a neden sinirlenmiştir?
Mine’nin
babasının anlatmadığı nedir?
Mine’nin
annesi Metin beyle neden evlenmiş, sonrasında neden ayrılmıştır?
Sedat Fahri
hakkında kimden bilgi alacaktır?
Sedat Mine’yi
nerede bulacaktır?
İşte tüm bu
ve diğer soruların cevabı romanın içerisinde gizli.
Şimdi gelelim
kitap hakkındaki yorumlarımıza…
1996 yılında
yayımlanan kitabı ne yazık ki satın alma fırsatım olmadı. Onu e-kitap olarak
sadece geceleri okudum. Ayrıca okuduğum ilk Ahmet Ümit kitabıydı. Beğendim mi?
Evet beğendim.
Sinema filmi
de çekilmiş olan eserde yazarın anlatımı basit, dili yalın ve akıcı.
Kahramanın, çevresindeki yan karakterlerin neler düşündüğü, nasıl hissettiği,
neden yaptığı üzerine olan tahlilleri de başarılıydı bence.
Lise
yıllarımda Agatha Chrtistie dahil çok fazla polisiye okuduğundan dolayı bu
romanda eksik olanın polisiye romandan beklenen heyecanın eksik oluşuydu. Gerçi
her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır derler, bizim yazarımızda kendi tarzını
yaratmak istemiş olabilir diye düşünüyorum. Yoksa işin içinden çıkamayıp kısır
döngüye giriyorum.
Ama heyecanın
eksik olması bende olmasa bile polisiye
kitaptan beklentisi olan okuyucuda bir bıkkınlık yaratabilir. Ayrıca olayın
çözümüne yönelik soruşturmaların heyecandan uzak ve okuyucunun zihninde bu
sayfadan sonra ne olacak acaba beklentisine cevap verememiş olması bir başka
negatif yönü.
Karakterlerin gerçek hayattan insanlar olması, İstanbul’la ilgili verdiği
betimlemeler ve kurgudaki başarısının oldukça üst düzeyde olması artı yönleri.
Her şeye
rağmen kitabı okuyup bitirdiğimde büyük bir keyif ve tat aldığımı söylemeliyim. Velhasıl okumaya değer...