Kitap
Hakkında:
Kitabın
Adı: Baca
Yazarı:
Ömer F. Uzun
Yayınevi:
Sokak Kitapları
Sayfa:
240 s.
Ücret:
15 TL
Değerlendirmem:
%70
Ne
Buldum: Kitabı alırken ki beklentime cevap alamadım.
Yazar
Hakkında:
1968’de
Rize’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini burada tamamladıktan sonra 1986’da Kayseri Meslek Yüksek Okulu Büro Yönetimi
bölümünü bitirdi. Askerlik görevinden sonra Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat
Fakültesi Tarih bölümünü okudu. Derece ile mezun oldu. Yurdun çeşitli
yerlerinde Tarih öğretmenliği yaptı. Halen milli eğitime bağlı bir okulda
öğretmenlik yaparken, Anadolu Üniversitesi Adalet bölümünde eğitim görüyor.
Yazarın daha önce “Sen Yoktun” isimli şiir kitabı yayınlandı.
Arka
Kapaktan:
"Yapamam
dediğiniz şeyleri yaparsınız çoğu zaman, aşamam dediğiniz yolları da aşarsınız.
Yola çıktıysanız ve kararlıysanız zaten yolun yarısındasınız demektir. Her şeye
alışırsınız; varlığa da yokluğa da alışırsınız. Bir atasözünün de dediği gibi
yokluk kırk gün, kırk gün sonra insan yokluğa da alışıyor. Ama sevdiği varsa
insanın ve aylardır hasretiyle yanıyorsa, işte ona alışmak zordur. Özlem,
aşılması olanaksız dağlar gibidir size. Ama bilmezsiniz bütün dağlar aşılır,
dağları aşmak için yollar gerekir. Dağlar ne denli yüksek olursa olsun,
üzerinden aşan bir yol mutlaka bulunur. Ama sabır ister, emek ister, alın teri
ister, bazen zaman gerekir. Ve bazen yıllar da geçse üstünden ne yaparsanız
yapın aşmaya cesaret edemeyeceğiniz yollar çıkar karşınıza, sizi bilinmezlere
götüren yollardır onlar. Hatıralarda kalmış sisli resimlere benzerler,
hatırlamakta zorluk çekseniz de onlar hep sizinledir. Onları, gittiğiniz her
yere götürürsünüz."
(Tanıtım
Bülteninden)
Kitabın
Analizi & Yorumum:
1692
yılında Massechussets’te bir kasabada bir çiftlik evi yakılır. Elleri bağlanmış
vaziyette yakalanan iki kadın kasaba meydanında toplanan kalabalığın gözleri önünde
cadı oldukları gerekçesiyle yakılarak öldürülürler. Yanan çiftlik evinden
geriye pişmiş tuğladan yapılan uzun bir baca kalır. Yanan kadının külleri ise
bir kuyuya atılır. İşte hikâye böyle başlıyor. Sonra yazar hikâyeyi günümüze
taşıyor.
24
yaşındaki kahramanımız Nathan yaşadığı küçük kasabada arkadaşları ve kalabalık
bir topluluk içinde ailesiyle neşe içinde doğum gününü kutladıktan sonra
Captiva marka arabasına binerek bir yıl evvel Siyaset Bilimi bölümünü kazandığı
Massachusset Salem State Üniversitesi’ne
doğru yola çıkıyor.
Uzun
yol boyunca mola vermeden yol aldıktan sonra bir benzincide ihtiyaç molası
veriyor ve bir fincan kahve sipariş ediyor. Burada camda gözüne bir otel odası
ilanı ilişiyor. Adresi alarak yola koyuluyor.
Şehrin
hemen 1-2 mil dışındaki Park Otele geldiğinde aracını park ederek bahçesinde
bitkilerin ve asırlık ağaçların boy verdiği, taş duvarla çevrili, taş yapılı
otelin kapısından giriyor. İlanda bahsi geçen konforlu, dayalı döşeli,
doğalgazlı odayı gezdikten sonra, aylık 450 $’a çok uygun bulduğu odayı
tutuyor. Eşyalarını odaya
yerleştirdikten sonra kız arkadaşı Defne’nin cevapsız aramasını fark ediyor.
Defne Yunanlı bir anneyle okuduğu üniversitedeki Türk tarih profesörünün kızıdır.
Onunla bir konferansta tanışmış ve tanıştığı ilk gönde bu sarı saçlı mavi gözlü
kıza âşık olmuştur.
Akşam
olunca otele dönen Nathan günün getirdiği yorgunlukla yatağına uzanır uzanmaz
uykuya dalar. Ama bir müddet sonra güçlü bir çığlık sesiyle irkilerek uyanır.
Bu çığlık sesini kahvaltıda resepsiyon görevlisine sorduğunda ise kendisinin
bir rüya görmüş olabileceği cevabını alır. Lakin tam da ertesi günün sabahında
sınıf arkadaşı Thomas aradığında telefonla görüşürken aynı çığlık sesini tekrar
duyar.
Bir
başka gece ise perdelerin arkasından küçük bir kızın yüzünü görmesi bardağı
taşıran son damla olmuştur. Ya lavabonun önündeki aynanın arkasından kabaran
duvar kağıtları ve bu kağıtları söktükten sonra ortaya çıkan küçük penceremsi
deliğe ne demeli. Bunlar Nathan için artık çok fazladır. Ortada yanlış giden
şeyler olduğu kesindir. Konuyu arkadaşı Thomas’a ve diğer iki yeni
arkadaşlarına açtığında ise onlar da şaşırmışlardır. Konuyu araştırmak üzere
hep beraber odaya geldiklerinde ve küçük pencere ile ilgili yaptıkları
çalışmada bunun upuzun bir kuyuya indiğini öğrendiklerinde kendilerini bekleyen
tehlikenin henüz farkında değillerdir aslında.
Kütüphanede
otelle ilgili yaptıkları araştırmada ise çok ilginç ve ürkütücü bilgilere
ulaştılar. Bu otelde yıllar önce Elizabeth adında genç bir kadının küçük kızını
mutfak bıçağıyla öldürdüğünü ve olayın geçtiği yerin ise Nathan’ın kaldığı
odanın hemen bitişiğindeki oda olduğunu anlamaları işin daha da can sıkıcı
olmaya başladığının habercisidir aslında. Ama asıl sürpriz haber ailesinden
gelir. Kız kardeşi Marry odasında kaybolmuştur.
Peki
tüm bunlara sebep olan nedir. Nathan’ın yaşadıklarıyla ilgisi var mıdır?
Herhalde
bundan sonrasına konunun nereye varacağını detaylı bir şekilde anlatmak çok hoş
olmayacak. Değil mi?
Evet
hikaye bu şekilde gerilim dozu yükselerek akıp gidiyor. Yazarımız Ömer F. Sıra
dışı bir iş çıkarmış. Neden sıra dışı dersek; konu öncelikle Amerika’da geçiyor.
İkincisi olayın kahramanları Türk değil.
Ama
işin içine Türk kızı Defneyi iyi bir şekilde yerleştirmiş. Ama hoşuma gitmeyen
kızın Türk, delikanlının Amerikalı olması. Tersi olmasını tercih ederdim. Konu
Amerikan polisiye gerilim, gençlik filmi karışımı olmuş. Ama hoş olmuş. Yalın
ve sade bir dille anlatımı seçen yazarımız güzel bir kurgu ile iyi bir iş
çıkarmış. Kitapta tek hoşuma gitmeyen şey ise beni kitabı almaya iten arka
kapaktaki yazıydı. Aslında
arka kapaktaki yazı gayet güzeldi de, güzel olmayan kitabın içeriği ile arka
kapakta anlatılanların ilişkisiz olmasıydı.
Dolayısı
ile kitabı almama etken sebep gerçekleşmemişti. Kitabı bitirdikten sonra şöyle
bir arkama yaslandım ve bu konuyu enine boyuna değerlendirdim. Sonuç yine de
okunabilir. Sıkıntı yoktu.
okudum f'k'rler ';'klar aldimm
YanıtlaSil