Kitap Hakkında:
Kitabın Adı:Mekke’ye Yolculuk
Yazar: Murad W. Hofmann
Yayınevi: Çağrı Yayınları
Çeviri:İbrahim Kapaklıkaya
Sayfa:232
Ebat:13x20
Ücret: 8,-TL
Yazar Hakkında:
Eski bir Alman diplomat olan Murad Wilfried Hofmann, 6
Temmuz 1931’de Aschaffenburg’da doğdu.
Burada 1939-1945 tarihleri arasında 2.Dünya Savaşı’nı
yaşadı.
1950 -1951 tarih aralığında New York Schenectady ve 1951
– 1958 yılları arasında Münih’te Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenimini
tamamladı.
Bankacı olan oğlu John Chaské Alexander’in annesi, yani
ilk eşi Amerikalı Elizabeth Ann Griffeth ile evlendi. 1975 yılında eşi
ölünce bir Türk harp sanatçısı ile evlendi.
Şu anki eşi ise Bulgar bir usta balerindir. 1954 – 1980
yılları arasında Köln, Londra ve New York şehirlerinde Bale üzerine yazılar ve
kritikler yazdı.
Son olarak Federal Almanya’yı temsilen Brüksel’de Nato
Enformasyon Müdürlüğü (1983-1987), Cezayir (1987-1990) ve Fas (1990-1994)
Büyükelçiliği görevlerinde bulundu.
Dr. Hofmann 1980’de İslam’ı benimsedi ve 1992’de Hacca gitti.
1985’te Müslüman bir Alman’ın Günlüğü adlı eserini neşretti. 1992’de ikinci
eseri İslam:Gerçek Alternatif’i neşredeceği ilan edilince basının
fundamentalist suçlamalarına maruz kaldı. 2000’in girişi ile yazdığı 3.Binyılda
İslam diğer eserleri gibi Almanca, Türkçe, Arapça ve İngilizce olarak
yayınlandı. 2001 yılında cep kitapları serisinde İslam ve Kuran kitaplarını yayınladı.
1998’de editörlüğünü yaptığı Max Henning’in Almanca
Kur’an Meali çok popüler oldu. Dr.Hofmann İngiltere, Almanya, Pakistan ve Amerika’da
saygın dergi ve gazetelerde halen yazılarını yazmaktadır.
Arka Kapakatan:
İslâm'ın yüce maneviyatı, teorisi ve
eğiticiliğini değil, pratikteki uygulamasını ele alan bu kitap, pratik İslâm
ile bir kimsenin İslâm'ı yaşamaya çalışması halinde olup bitecekleri ve
başkalarının bu dine nasıl tepkiler gösterdiğini kastediyoruz.
Aynı şekilde bu kitap yazarın; İslâm'ın tüm İnsanlık ve İslâm ümmeti için evrensel olarak geçerli büyük bir proje olduğuna ilişkin kendi değerlendirmesini yansıtmıyor. Bu eserde daha çok güncel hayatta ilişkin bazı yönler, insanın insan olması nedeniyle, kişinin dinini yaşayan bir Müslüman olarak, bazı kendi içinde karşılayabileceği pek de övünç duyulmayacak hususlar ele alınmaktadır.
Aynı şekilde bu kitap yazarın; İslâm'ın tüm İnsanlık ve İslâm ümmeti için evrensel olarak geçerli büyük bir proje olduğuna ilişkin kendi değerlendirmesini yansıtmıyor. Bu eserde daha çok güncel hayatta ilişkin bazı yönler, insanın insan olması nedeniyle, kişinin dinini yaşayan bir Müslüman olarak, bazı kendi içinde karşılayabileceği pek de övünç duyulmayacak hususlar ele alınmaktadır.
Kitabın Analizi & Yorumum:
Anı, Günlük, Anlatı türünde kaleme alınmış olan bu mütevazı
eserde yazar bir yabancı, batılı ve farklı kültürden insan gözüyle
yaşadıklarını muhteşem bir biçimde kaleme almış.
İslamiyet’i seçmesindeki sebepleri, neden bu dini
seçtiğini, seçmesindeki bana göre mucizevi yaşantı ve tecrübelerini okuyucuyu
sıkmadan, kitaba olan ilgisinden uzaklaştırmadan, merak uyandıracak, şekilde
kaleme almış. Bu değerli yazarın yazdıklarını okurken birçok bölümde doğru
bildiğim, bildiğim fakat yapamadığım, yaptığım fakat dikkatsizce davranarak
hatalarla birlikte uyguladığım davranışların ne denli büyük eksilikler olduğunu
hatırlatması, uyarması anlamında da önemliydi.
Kitabını bölümlere ayırmış olan sayın Hofmann her bir
bölümde birbirinden ilgi çekici ve merak uyandırıcı bilgileri okuyucuya
sunmakla da kalmamış okuyucunun elinde var olanın kıymetini, değerini
bilmesi anlamında harika nüktelerle de süslemiş. Aslında
yapmak istediği kitabını süslemek olmadığını biliyorum. Çünkü eserini süslemeye
ihtiyacının olmadığı, kendisinin de bir ego tatmini içine girmediği apaçık
meydanda. İslam’ı seçtikten sonra ülkesinde karşılaştığı linç kampanyalarına ve
tüm baskı ve güçlüklere rağmen inancından ve azminden zerre kadar bir şey
kaybetmeden doğru bildiği yolda ilerlemeye devam etmesi inanın yüreğimi burktu,
gözlerimi yaşarttı. En doğal haliyle yazmak bu olsa gerek. Müslümanlığa geçmesinin ne denli doğru bir
karar olduğunu aşağıda anlatılan ve kitapta geçen kısa bir bölümü okuyunca daha
iyi anlamak mümkün:
Müslüman
olduktan sonra Murad adını alır, müslüman olmasına giden yolda birçok hâdise
O’nu etkiler, önemli olanlardan iki tanesini anlarsak herhalde mesele
anlaşılmış olur.
Cezayir
tam 8 yıl Fransızlara karşı bir milli mücadele verir. Rakamlar farklı olabilir
ama 200 bin insan yerinden olmuş,250 bini de ölmüş.
Geceleri
sokağa çıkma yasağı olduğu bir gece hanımı hastalanır, sabah bir taksi ile
hastaneye gider hanımı az buluna kanı sayıklamaktadır. Kan gurubu O RH
Negatif’tir, Cezayirli şoför arkaya döner müsterih olan ben size kan
verebilirim aynı kan gurubundayız der.
O
yıllarda bir Alman firma çalışanları moral için viski isterler, küçük bir
uçakla viski bulup getirme görevi elçiye aittir. İç savaş esnasında eşini ve
çocuklarını kaybetmiş bir anneye sorar Hofmann, Nasıl dayanıyorsunuz? Verilen
cevap Bakara sûresi’n den bir âyettir. Âyet’in meali “Ey İman edenler!
(Allah’tan) sabır ve salât ile yardım isteyin. Zira Allah sabredenlerle
beraberdir” 2,153
Bir
taraf viski ile moral bulurken diğer taraf bir âyetle, tüm bu hayat ve olaylar
O’nu etkiler ve bir müslüman olur. Emekli olduktan sonra kitaplar yazar,
konferanslar verir TV programlarında söyleşiler yapar, kurduğu bir vakıf ile
doğuya Batıya dolaşır, yazdığı kitaplardan telif ücreti almaz.
Evet işte böyle değerli müstesna bir insan kitabımızın
yazarı Murad Hofmann.
Özellikle Fas’tan
Hacca yaptığı yolculuğu anlattığı bölüm olağanüstüydü. Bunu o kadar mükemmel,
ta yüreğinin en derinindeki Allah inancı ile bütünleştirmiş ki, adeta okuyucu
kendisiyle birlikte bu yolculuğu eşlik ettiriyor ve yaşanası bu hac yolculuğu
lezzeti insanın damağında kalıyor.
Sıradan bir Diyanet Vakfı Yayınevi ziyaretimde elime
aldığım, elime aldığım andan itibaren beni kendisine adeta âşık eden bu kitabı
elimden bırakamamış, ona sımsıkı sarılmamı sağlamıştı.
İyi ki de aldım demiyorum, almasam büyük bir aptallık, hâşâ
sözüm meclisten dışarı “eşeklik etmiş olurdum”. Tüm bu cümlelerin ardından
kitabı tavsiye edip etmeyeceğimi sormayacaksınız sanırım :)
Kitaptan Alıntılar:
* Evde etrafımı soyut ya da İslami sanat ile çevrilince,
bu dinin sanat biçiminin cazibesini fark ettim. Ama maalesef Batı, sanat
tarihi, İslam sanatını tanımlamada bile hala güçlük çekiyor.
Açıkça İslam’ı kabul etmemin etkisi en belirgin şekilde
alkolü nazikçe reddetmemde ve akşam yemeği masamdan geleneksel kırmızı şarap
şişesinin kaldırılmasında kendisini gösterdi. Başlangıçta, dolaşım sistemimde
birkaç yudum alkol olmaksızın iyi uyuyamayacağımı ya da alkol olmaksızın uykuya
dalmada zorlanacağımı düşünüyordum. Tam tersi oldu! Bedenim alkolü parçalamak
zorunda olmadığı için, öncesine göre çok daha iyi bir şekilde, daha düşük
nabızla uyuyabildim. Doğal olarak alkol, yağlı gıdaları hazmettirici olduğu
için, çok hoş ve yararlı olmalıydı; ama öyle değildi. Ayrıca domuzu da
masamızdan kaldırmıştık. Hatta bu sağlıksız ve haram etin kokusunu duyduğumda
bile mide bulantısı şeklinde bir hassasiyet kazandım.
Bana göre alkolikler gerçek anlamda sefil, itibarını
yitirmiş ve rahatsız edici bir görüntüye sahip kimselerdir.
Çenemei ve alt dudağımı diken cerrah, şekli bozulan
yüzümü birkaç yıl içinde estetik ameliyatla düzelttirebileceğimi söyleyerek,
beceriksiz bir şekilde beni teselli etmeye çalıştı.
Ayrıca şu teselliyi yapmaktan da geri durmadı: “Normal
şartlar altında, hiç kimse böyle bir kazadan sağ çıkamaz. Tanrı’nın senin için
özel bir planı var!” Holy Springs’te topallayarak yürürüken, bu planın ne
olabileceğini düşünüyor, askıda bir kol, sargılı bir diz, tentürdiyot boyalı,
dikişli bir çene ve – Tanrı’ya şükür- kanımda morfinle, 20.yaş günümü, iyi
kutlamanın bir yolunu arıyordum. Yemek, içmek, yürümek, aptal aptal bakan
çocukları korkutmak, sorulara cevap vermek, hepsi de çok acı veriyordu. Sonunda
saç tıraşı olmaya karar verdim, en azından canım yanmayacaktı.
Nihayet; otuz yıl sonra , tam İslam’a girdiğim gün, hayta
kalmamın amacını açıkça anladım.
Yeni Müslümanların birçoğu, sessiz ve neredeyse hiç
farkına varılmaksızın İslam’a yakınlaşırlar. Ünlü Fransız Müslüman kadın Eva de
Meyerovitch bu süreci gayet doğru olarak şu şekilde tanımlamaktadır: “Bir kimse
İslam’a girmez; daha çok diğer tüm dinleri kapsayan bir dinle buluşur.”