Sayfalar

30 Ağustos 2017 Çarşamba

30 Ağustos Zafer Bayramı (2017)

Zaferleri büyük ve kalıcı kılan yüce milletler ve üstün liderlerle kazanılmasındandır. Dünya üzerinde başkasının toprağında gözü olmayan ve kendi kutsal emanet ve değerleri uğruna mücadele eden tek millet TÜRK MİLLETİ'dir. Seçilmiş Türk Milletine liderlik eden MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'se deha bir liderdir. Onun silah arkadaşları ve tüm askerleri en şerefli askerlerdir. Hepsini minnet ve rahmetle anıyoruz. Ruhları Şad olsun.

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN... 
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!






































NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

Dağ, taş, ova hepsi benim düzüm,                      
Kimsenin toprağında yok gözüm,                              
Başım dik, Hakka dönük pak yüzüm,                            
Bayrağım, Vatanım benim özüm,                     
Düşmana söylenecek tek sözüm:                         
Ne Mutlu TÜRKÜM Diyene!

Şahin olur yükseklerde uçarım,                        
Çakalları sisler içinde de seçerim,                  
Düşman siperini yıkar geçerim,                   
Bayrağım, Vatanım benim özüm,                    
Düşmana söylenecek tek sözüm:                        
Ne Mutlu TÜRKÜM Diyene!

Alparslan'la Malazgirt’te taç aldık,                          
Atatürk'ten emir, imanımızdan güç aldık,                
Yedi düvelden Dumlupınar'da öç aldık,  
Bayrağım, Vatanım benim özüm,                    
Düşmana söylenecek tek sözüm:                       
Ne Mutlu TÜRKÜM Diyene!  

   -Yaşar SALDIK 30Ağu'2017-

26 Ağustos 2017 Cumartesi

Tabiat Sevgisi



Tabiat o kadar çok renkli ki başımızı çevirip şöyle etrafımıza bir bakınmamız yeterli. Çevremizdeki her bir canlının ve nesnenin bir rengi var. Ama tabiata hakim olan ana renkler yeşil ve mavidir.  Ben her ikisine de aşığım. Neden? Çünkü her ikisi de insana huzur veriyor ve rahatlatıyor.

Her ikisi de iç açıcı ve güven veren renklerdir. Aynı zamanda umudu, yeniliği, gençleşmeyi ve yeniden canlanmayı çağrıştırır. Bunun yanı sıra paylaşımın, cömertliğin ve uyumun renkleridir yeşil ve mavi. Ben de her ikisini birlikte kucakladım bu karede.


Bu arada Size bir de sır vereyim: Bilim insanları yeşil ve mavi rengi seven insanların genellikle üretken, çevresiyle uyumlu, içten ve doğayı seven insanlar olduğunu, aynı zamanda hareketlerinde dengeli ve düzenli olduklarını söylüyorlar... 

13 Ağustos 2017 Pazar

Kitap: İKRA

 

Kitap Hakkında:
Yazarı: Murat Serdar Aslantürk
Yayınevi: Arunas Yayıncılık
Sayfa Sayısı : 248
İlk Baskı Yılı : 2012
Ücreti: 12 TL
Ne buldum: Beklentime %100 cevap aldım diyemem,  ama beklentim güzergâhında seyretmiş olması da beni yanıltmadı.

Puanım: 80

Yazar Hakkında:
Murat Serdar Arslantürk  2 Temmuz 1978 de  Ankara’da dünyaya geldi.  Şair, yazar ve öğretmendir. Lise öğrenimini Fethiye Kemal Mumcu Anadolu Lisesi'nde yapmıştır. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği bölümlerinden mezun olmuştur. Ankara'daki çeşitli okullarda öğretmenlik de yapmıştır. İlk şiirleri Antoloji isimli sitede yayımlanmıştır. Daha sonra Edebiyat sitesinde öykü ve denemeleri yayınlanmıştır. Edebiyat Dünyası sitesinde yayınladığı özgün öyküleri ile beğeni toplayan yazar, Kara kitap sitesinde köşe yazıları da yazmıştır. 2006 yılında Kadın Eli Değmiş Öyküler isimli e-kitabıyla Uluslararası Edebiyat Derneği İlham Ödülü almaya hak kazanmıştır. 

Arka Kapaktan:
Allah (c.c.) sizinle konuşsaydı, inanmazdınız. Bu yüzden size harfler, ötreler ve alfabeler verdi.
Böylece yazıldınız. Oku...
İrfan, karısı Fazilet’in aylar önce getirip masasına koyduğu kenarları kıvrılmış defterlerin içindeki acayip şekillerin, düzensiz çizgilerin, biçimsiz sembollerin ve acemi karalamaların uzun bir günlüğe ait olduğunu çözmüş ve günlükte yazanlardan bir öykü oluşturmayı başarmıştı. Fakat ne kadar uğraşmış olsa da satırlardaki gizemli boşluklar birer nazlı tılsım gibi sayfalarda kalmış ve ne yaparsa yapsın, hala kelimeleri yerli yerine koyamamıştı. Hâlbuki çocuk bunları nasıl yazdıysa, genç şifre bilimci de öyle okumalıydı. Hatta O’nun gibi susmalı ve kelimeleri susarak aramalıydı. Çünkü marifetli sözcükler sadece sessizlikte belirirler. Susup ‘söze’ kulak verirse boşluklar dolacak; görmüyordu… Çünkü Allah iyidir ama Şeytan bunu diliyle yapar; bilmiyordu… 

Kitabın Analiz ve Yorum:
Genellikle kitap alırken sezgilerime ve iç sesime kulak veririm. Bu kitabı alırken tam böyle olmadı ve kitap beni seçti. Elbette ki bu bir tesadüf anlamına gelmiyor. İKRA önce ismiyle dikkatimi çekti.
Kitabı ilk elime alıp incelerken arka kapaktaki şu cümle çok dikkatimi çekti ve beni etkiledi:''Allah (c.c) sizinle konuşsaydı, inanamazdınız.

Son zamanlarda büyük keyif alarak okuduğum etkileyici kitaplardan birisiydi. Özellikle kitabın gelişme bölümüne geçtikten sonrasında daha da etkilenmeye ve merakım artmaya başladı. Yazarın yalın ve anlaşılır dili okunmasını kolaylaştıran etkenlerden birisi. Lakin bazen bu basitlik insanı sıkmıyor da değil hani. Bunu da anti parantez söylemek gerekir. Bunun dışında kitaba olumsuz anlamda söyleyecek pek bir şey bulmak güç. Yapmacık, sıradan popülaritesi şişirilmiş konu ve kahraman bekleyenlerin okuyacağı bir kitap değil elbette. Zira bu tip okuyucuların okuyacağı malum kitaplar belli elbette. O tip malum kitapları okuyanlara da saygım sonsuz. Siz yeter ki okuyun :)

Kapakları zehirli şekerler gibi bir albeniyle pof poflanmış kitaplar yerine güzel, hoşça vakit geçirmek ve öz benliğinizi arama ihtiyacı duyacağınız bir kitap okumayı tercih etmek isterseniz ki isteyin, televizyon izlemek yerine bu kitabı alıp ailecek çocuklarınızla birlikte arkası yarın tadında hiç düşünmeden okuyun. Çünkü okunmayı hak eden bir kitap. Tavsiyemdir...
Sekiz yaşındaki bir çocuğun suskunluğunun ardındaki gizem nedir. İkra bu zifiri sessiz karanlıktan sıyrılıp aydınlık şafağa ulaşacak mı acaba? Aydınlığa ulaşmak bu kadar zor mu? Ya tesadüf denilen kelimenin şeytanın bir hilesi olduğuna ne dersiniz? Yoksa Siz de Kaderci misiniz?
Hiç düşündünüz mü: neden hep çocuk kalsaydım, hiç büyümeseydim deriz?
Çocukların saf tertemiz kalpleri olağanüstü güzellikleri yetişkinlerden daha net görüyor diyebilirsiniz…
O halde büyüyünce insan insanlığından mı uzaklaşıyor? Sebep bu mu? Çözümü yok mu bunun…
Bu soruların cevabını bu kitabın satırlarına bakarak değil, kelimeleri görerek ve yüreğinizde hissederek okursanız bulacaksınız. Ben bulabildim. Eminim Sizler de bulacaksınız. Size güveniyorum.
Sözü fazla uzattım galiba. Şimdi gelelim kitabın konusuna:
Sekiz yaşındaki erkek çocuğu kahramanımız İkra, annesi ile bir şehrin varoş kesiminde küçük bir evde yaşamaktadır. Annesi Zehra henüz daha yirmi ikisinde gönlünü bir şoföre kaptırır ve ailesinin rızası olmadan onunla kaçarak ailesini terk eder. Bu iki genç evlenirler ve güzel ayların ardından adam Zehra’yı bebeği ile terk eder. Zehra çocuğuyla yalnız kalmıştır. Zehra’nın başka bir sorunu da vardır ki bu da oğlu İkra’nın doğuştan konuşamayan bir çocuk ve disleksi hastası olmasıdır.
Zehra her şeyi kader olarak kabullenmiştir. Kendisine bir fabrikada iş bulur. Bu iş yerinde aşçı olarak çalışmaktadır. Hayatını bu şekilde devam ettirir ana oğul.
   
Evin bütün yükü zavallı Zehra'nın omuzlarına binmiştir. Kahramanımız İkra ise ta küçüklüğünden beri annesinin ona aldığı boş defterlere bir şeyler karalayarak vaktini geçirmektedir. Yalnız bu karalamalar, yazmalar bizim bildiğimiz yazımlara benzemez. Çocuk kendisine kendince bir alfabe oluşturmuştur. Zehra oğluyla iletişim kurabilmek için mecburen bu alfabeyi öğrenmiştir. İkra’nın annesi ile iletişimi bu şekilde başlar. İkra büyüdükçe defterine yeni şekiller çizerek annesine bunları anlatır. Zehra bu yazıların bazılarını anlasa da birçoğunu anlayamaz ve çözemez.

Bir gün komşusu Hamiyet Hanım’la İkra'nın dilinin çözülmesi için bir hocaya giderler. Orada İkra'nın yaşlarında olan bir kız çocuğu ile karşılaşırlar. Şeyma’da disleksi hastalığından muzdarip sevimli bir çocuktur. Bizimkiler Şeyma’nın ailesi ile tanışırlar. Daha sonra Şeyma’nın ailesi Zehra'ya kızının gittiği okula İkra'nın da gitmesini teklif ederler.
Zar zor geçinen Zehra ise ilk başlarda bu işe karşı çıkmak ister ama maddi açıdan Şeyma’nın ailesi ona destek olurlar ve İkra okula başlar. Olaylar burada gelişmeye başlar. İkra kendi kullandığı ilginç alfabeyi sınıfındaki çocuklara da öğretir. Çocukların tamamı hızlı bir şekilde bu alfabeyi öğrenirler. Okul yönetici si Faik Bey ve diğer öğretmenler bu durum karşısında çok şaşırırlar ve bu alfabenin incelenmesi için üniversite Profesörlerine başvururlar. 

Bu andan itibaren akıl almaz olaylar meydana gelmeye başlar. Zira bu alfabenin yüzyıllar öncesinde kullanılan Runik alfabesi olduğu ortaya çıkar. Hatta Sümer alfabesinden bile harf ve motifler vardır. Herkesi şaşkına çeviren ise yüzyıllar öncesine ait bu alfabeyi nasıl olur da küçücük bir çocuk öğrenmiş ve yazıyordur.  Bu olayın iç yüzü nasıl aydınlatılacaktır. 

İKRA’nın sırrı nasıl çözülecektir. Bu tüm hocaların ve profesörlerin kafasını aylarca kurcalar. Sonunda bir gün komşu Hamiyet hanımın kızı Fazilet Zehra’lara ziyarete gelir.
Fazilet’in gelmesi belki de sırrın çözümlenmesine sebep olacaktır. Bu sır nedir peki?

İşte roman bu kısa anlatımla sürüp gitmekte. Ama romanın sonu gerçekten çok etkileyici.
Yazar muhteşem büyüleyici bir finalle eserini bitiriyor.
Önemli bir konuda yazarımızın yazım tekniğinin kendine has bir teknik olduğunu da söyleyelim.
Bu teknik nedir burada söylemeyeceğim. Bu da kitap gibi sürpriz olsun. Kitap kurtları bu sırrı çözerler diye düşünüyorum.
Çok önemli bir dipnot da kitabı sadece gözünüzle değil kalbinizle de okursanız sırrı çözersiniz diye küçük bir de ipucu vereyim. Hadi bu da benden olsun:)