Bu sabah her zamankinden biraz daha erken çıktım evden.
Hava çok güzel olmasına rağmen benim havam yerinde değildi. Mesai başlayıncaya
kadar boş boş dolaşmak istedim. Günlerden cumartesi olduğu için sokak ve
caddeler bu saatte biraz sakindi. Malum birçok kişi hafta sonu çalışmıyor.
Öğrencilerse tatil. Benim gibi çalışanlarsa kaldırımlarda ileri geri gidiyorlardı
:(
Sağı solu, vitrinleri seyrederek
ilerlerken kendimi parkta buluverdim.
Kaç aydır parka gelmiyorum şimdi hatırlamıyorum. Boş bir
banka oturdum ve sırtımı güneşe verdim. Tüm bedenimi hemencecik ısıtıverdi güzelim
bahar güneşi. O temiz havayı derin derin içime çektim. Ciğerlerimin kendine
geldiğini ve bayram ettiklerini hissettim. Bu kadar temiz havayı birden almaya
alışkın olmadıklarından olsa gerek hafiften bir başım döndü, bir güzel oldum
sanki :)
Park içerisinde yürüyüş yapan birkaç yaşlı amca ve
teyzeyi, eşofmanları üzerlerinde gıcır gıcır spor ayakkabılarını çekmiş
gençleri spor yaparken imrenerek seyrettim valla…
Yalnız 30-35 yaşlarındaki bir bayanın hem spor yapıp hem de
sigara içmesini pek yadırgadım, garibime gitti doğrusu. Bu ne perhiz bu ne
lahana turşusu demeden edemedim.
Alını yeşilini giymiş ağaçların güzelliği, çimlerin
yemyeşil görüntüsü ve özellikle portakal çiçeklerinin insanı mest eden o eşsiz
kokusu beni benden aldı, kendimden geçirdi başka diyarlara götürdü.
Hafiften
bir de müzik olsa tam olurdu derken altında oturduğum çam ağacının dalına konan
bülbülün
“hoş geldin arkadaş” diye sabah serenadına başlaması ruhumu okşadı.
Önümdeki sarı, pembe, beyaz rengârenk lalelerin etrafında
cıvıldaşan serçe kuşları senfoniye ne de güzel katıldılar.
Başımı çevirip yanı başıma baktığımda ise onlarca
karıncanın toprak üzerinde itinayla oluşturdukları yuvalarına çör çöp onlar
için yiyecek sayılan maddeleri taşıdıklarını gördüm. Yukarıdan bakınca bu kadar
çok karınca topluluğunun hararetli ve hummalı olduğu kadar kargaşaya meydan
vermeden, düzen içinde hareket etmeleri yüce Yaratıcının varlığının bir
yansımasıydı sanırım. Bu küçük dostlarımdan da alacağım dersi almıştım.
Yaratılış gayemi tekrar hatırlattıkları için onlara teşekkür ederim.
Karşıdaki ardıç ağacında bir çift kumrunun “bak bu sabah
parkımıza kimler gelmiş” diyerek sohbet ettiklerini de duyar gibiydim.
Çalılıkların arasında bir oyana bir buyana koşuşturan ve
birbirleriyle havlayarak şakalaşan, belki de kendilerince saklambaç oynayan
birkaç sokak köpeği ise ayrı bir lezzet katıyordu bu manzaraya.
Parkın orta yerinde ise gelinlik giymiş gibi duran
güneşin ışıltıları altında bembeyaz çiçekleri salkım salkım sallanan akasya
ağacı ise insana cennetteymiş hissi veriyordu adeta. Uzunca bir süredir
rüyalarıma giren ve ilk görüşte âşık olduğum, her gece düşümde peşinden
koştuğum, fakat bir türlü yakalayamadığım güzeli nihayet burada gerçekten
bulmuştum.
O güzelin ve tek aşkımın adı “huzur”du.
süper
YanıtlaSil