Sayfalar

29 Ekim 2015 Perşembe

Cumhuriyet Bayramı (2015)

CUMHURİYET

Yedi düvel saldırdı, çıktı tepeye,
Akın akın koştu Mehmetler cepheye.
Başkomutan Atatürk, dillerde tekbir,
Ordumuz muzaffer, ödülümüz Cumhuriyet’tir.

- Yaşar SALDIK  28.10.2012   16:01 -

CUMHURİYET BAYRAMI’MIZ KUTLU OLSUN

28 Ekim 2015 Çarşamba

Şiirim: Yağmur

 

YAĞMUR

Küçük bir çocukken olduğu gibi,
Alnıma bir buse kondursan ne olur.
Kollarımı iki yana açıp gözlerimi kapattığımda,
Ne olur, yanaklarımdan süzülüp,
Dudaklarıma dokunsa gözyaşların.
Ellerime her dokunuşunda,
Yüreğimde hissetsem seni.
Başımı semaya kaldırıp haykırsam:
“-Yağmur ne olur özletme kendini.”
Bir akşam vakti apansız çıka gel;
Loş ışıklı sokaklarda dolaşalım,
Hasret gideren eski sevgililer gibi.
Mutluluktan kanatlanıp uçarken ben;
Sen de omzuma yaslanıp,
Söyle ne olur
Sevdiğim en güzel yağmur şarkılarını…

- Yaşar SALDIK  18.02.08 13:42 -

14 Ekim 2015 Çarşamba

Türkler Geliyor

Dün İspanya'nın Ukrayna'yı yenmesi, bugün Kazakistan'ın Letonya'yı yenmesiyle en iyi üçüncülüğü kovalayan A Milli Takımımızı Konya'da İzlanda'yı ağırlıyordu. İlk maçta İzlanda bizi güzel bir oyunla yenmeyi başarmıştı. Millilerimiz o maçta etkisiz kalınca ev sahibi fiziksel üstünlüğünü de ön plana çıkartarak bizi maalesef yenmişti.

Aradan geçen zaman içerisinde yaşadığımız onca kötü ve üzücü hadise bizleri ziyadesiyle

Mutsuz etmişti. Oysa sevince ve mutluluğa o kadar çok ihtiyacımız vardı ki. Hal böyle olunca da milletimizi bir nebze de olsa sevince boğacak olay çoğu zaman olduğu gibi spordan geldi.  
Ay-yıldızlılarımız, EURO 2016 elemeleri A Grubu son maçında Konya Arena’da 50 bin seyircimizin önünde İzlanda karşısına çıktı. İlk dakikalarda takımımız maça tutuk başladı. Bunda oyuncularımızın üzerinde hissettikleri baskının büyük olduğunu düşünüyorum. Ama 10.dakikadan sonra oyunun hâkimiyetini yavaş yavaş ele aldık.
Lakin orta sahada istediğimiz etkinliği ve topu ileriye taşıma becerisini tam olarak ilk yarı sonuna kadar yansıtamadık. Bunda belki de Hollanda’nın evinde Çek’lere karşı maçı 2-0 mağlup götürmesinin de etkisi var mı bilemiyorum. Patlamayı yapacak bir kıvılcım hepimiz tarafından beklenirken nihayetinde milyonların sesine lehimize verilen frikik yetişti. Maçta da son dakikaya girilmişti. Topun başına Selçuk İnan'ın geçti. İnanıyordu, çünkü ekran başında ve tribünde milyonların fısıldayan dualarını adeta duyuyor ve yaşıyordu. 
O’da öyle yaptı. 89. Dakikada topa öyle bir güzel bir vurdu ki; top filelere, tüm Türkiye ayağa kalktı.
Bu skor bizi en iyi 3. olarak 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası’na götüren skordu.
 Kendi göbeğimizi kendimiz kesmiş, makası da elimize dost ve kardeş ülke Kazakistan vermişti.

Bekle bizi Fransa, bekle bizi Avrupa TÜRKLER geliyor...

6 Ekim 2015 Salı

Kitap: Pazar Felsefe Kulübü

KİTAP HAKKINDA:
Kitabın Adı: Pazar Felsefe Kulübü
 Yazarı :Alexander McCall Smith
Çeviren: Aylin Yengin
Yayınevi : İnkilap Yayınları
Sayfa :  271 sayfa
Ebat : 14x21 cm

YAZAR HAKKINDA
Yazar, şu anda Zimbabwe'de bulunan Britanya sömürgesi Bulavayo'da dünyaya geldi. İlk eğitimini bu şehirdeki Hıristiyan Kardeşler Koleji'nde aldı. Daha sonra ise Edinburgh Üniversitesi'nde hukuk fakültesinde okudu. Mezun olduktan sonra Güney Afrika'ya döndü ve bir süre Botsvana Üniversitesi'nde hukuk dersleri verdi. Sonrasında İskoçya'ya giderek orada Elizabeth adında doktor bir bayanla evlendi. Bu evlilikten Lucy ile Emily adında iki kızları oldu. Hep birlikte İskoçya’da yaşamını sürdürdüler.
British Medical Journal etik komitesine 2002'ye kadar başkanlık eden profesör, ayrıca, Birleşik Krallık İnsan Genetik Komisyonu eski başkanı ve UNESCO Uluslararası Biyoetik Komisyonu üyeliği de yaptı. Yazarlıkta başarı kazanınca bu görevleri bıraktı.
Aralık 2006'da edebiyata olan katkılarından dolayı İngiliz Şövalyelik Nişanı alan McCall Smith'e Haziran 2007'de ise Edinburgh Hukuk Fakültesi tarafından Onur Ödülü verildi.
Amatör olarak fagot çalan yazar, The Really Terrible Orchestra'nın (Gerçekten Berbat Orkestrası) kurucusudur. Botswana'daki ilk opera salonu olanı Bir Numaralı Kadınlar Opera Salonu'nun açılmasına da katkıda bulundu. 2006 yayınlanan Britanya'nın sağlık politikaları ile ilgili The Future of NHS kitabının da yazarları arasındadır. McCall Smith'in eserlerindeki seri formatı akla Charles Dickens ve Armisted Maupin gibi on dokuzuncu yüzyıl yazarlarının kullandığı formatı getirir.


Edinburgh,Öğle yemeklerine katılan,konserlere,resim sergilerine giden ve dikkat çekmeden hayır işlerine koşan kibarlık kumkuması hanımların merkezi. Omletlerine kattıkları chanterelle mantarları sayesinde yirmi birinci yüzyıla attıklarına inanan hanımların İsabel Dalhouse gibi hanımların.

Ama Edinburgh'un Georgian dönemine ait düzgün cephelerinin ardındaki ahlaki pusula açgözlülük, sahtekarlık, şehvet ve öldürücü arzularla dönen bir fırıldağı andırıyor, İsabel bunun farkında,işin aslı İsabel bundan zevk alıyor. Başarılı bir felsefeci ve uygulamayı Törebilim Dergisi'nin editörü olarak iyi ile kötüyü birbirinden rahatlıkla ayırt edebiliyor.



KİTABIN ANALİZİ & YORUMUM

Mart sonu ılık bir gecede İzlandalı bir müzik gurubu konser vermek üzere Edinburgh’a gelir. Konseri izlemeye roman kahramanımız Isabel’de gider. Isabel, Uygulamalı Törebilim adlı felsefe dergisinin editörlüğünü yapmaktadır. Isabel’in Cat adında  genç bir yeğeni vardır. Cat Bruntsfield’de bir mezeci dükkanı işletmektedir. Isabel’e ev işlerinde Grace adında her konuda bilgisi olan bir hizmetkâr her gün düzenli olarak temizliğe gelir. O gün tiaytro salonunda istenmeyen korkunç bir olay olur. Genç bir bey  ikinci kat balkondan aşağıya düşer. Tam düşme anında bir an Isabel, gençle göz göze gelir. Genç düşer düşmez feci şekilde can verir. Kahramanımız bu olayı bir türlü zihninden silemez.

Olaydan kısa bir süre sonra  Marc Manus adında genç bir gazeteci Isabel’in evine gelir ve kendisinden düşen gençle ilgili gördüklerini anlatmasını ister. İsabel gördüklerini kısaca anlatır ama gazeteci ikna olmaz. Isabel’de onu nazikçe evden gönderir. Polis olayı bir kaza olarak görür ve rafa kaldırır. Ama Isabel bunun kaza olduğunu pek kabullenemez. Kendi başına gizliden bir araştırma yürütmeyi kafasına koyar. Kısacası dedektiflik yapacaktır.

Oysa Isabel’in özel hayatında da işler pek istediği gibi gitmemektedir. Kendisinin bir erkek arkadaşı yoktur. Oysa yeğeni Toby adında bir erkek arkadaşı ile gayet mutludur ve evlenme planları yapmaktadır. Lakin İsabel Toby’e her nednese bir türlü ısınamaz. Ona karşı içinde bir güvensizlik vardır.
Isabel bir gün bir sanat galerisine gider ve orada Paul adında genç bir adamla tanışır. Ayaküstü yaptıkları sohbetin ardından daha rahat konuşabilmek için bir kafeye gitmeye karar verirler. Kafede konuşurken İsabel User Hall’da ölen gencin Paul’un yanında çalışan bir asistanı olduğunu öğrenir. Adıda Mark Fraser’dir ve bir ekonomisttir. İsabel yeğeni Cat’in de yardımı ile Mark’ın kaldığı evin adresini öğrenir. Bir gün eve kısa bir ziyaret gerçekleştirir. Mark burada Henrike adında bir kız ve Neil adında bir erkek arkadaşıyla kalmaktadır. Henrike ile kısa bir sohbet ederler. Henrike Mark’ın iyi bir insan olduğundan ve hiçbir düşmanı olmadığından bahseder. Isabel, Hen ile Neil’in birlikte yaşamktan da öte olduklarını öğrenir. Ama daha fazla bilgiye ulaşamaz.


Tüm bu olaylar kitabın gelişme bölümünden sonra heyecan kazanır.  Isabel  Cat’i Toby’den uzaklaştırabilecek midir? Isabel, sanat galerisinde tanışacağı ve izini sürdüğünde ve ziyeretine gittiği evde hangi bilgilere ulaşacaktır. Mark Fraser olayı gerçekten bir kaza mı yoksa gerçekten bir cinayet midir acaba? Tüm bu soruların cevabına insan ancak kitabın sonunda ulaşabiliyor.

Kitabın içeriği kısaca özetlemek gerekirse böyle. Ben bu kitabı nasıl aldıma gelince, alışveriş sitesinde felsefe kitapları incelemesinde bulunurken birden gözüme çarptı. Kitabın adı dikkatimi çekti. Yazarı da aynı zamanda adını ilk kez duyduğum bir yazardı. Hal böyle olunca bana da almak kaldı ve aldım. Okumam her nekadar uzun sürse de –ki sadece Pazar günleri okuyabildim – sonunda bitirdim.
Kitaba eleştirim şu olacak: Her ne kadar isminde Felsefe Kulübü geçse de kitabın içerisinde ünlü felsefecilerin isminin bir iki cümlede geçmesi dışında pek bir bilgi verilmemiş. 

Yalın, anlaşılır ve yumuşak anlatımıyla akıcı bir okuma imkanı sunuyor. Bu da kitabın artısı olsa gerek.  Yazar, Agatha Christie’nin Hercule Poirot’u kadar ünlü bir dedektif kahramanı ortaya çıkarmasa da, Isabel Dalhousie’a amatör dedektifçilik yaptırarak ve onun özel hayatından da kesitler sunarak iyi iş başarmış. Bu arada sürpriz bir sonla bittiğini belirtmek isterim :)