Yazarı: Reşat Nuri GÜNTEKİN
Kitabın Adı: Akşam Güneşi
Yayınevi: İnkılâp Kitabevi
Sayfa: 117 s.
Ücret: 14 TL
Yazar Hakkında:
25 Kasım 1889 yılında Üsküdar’da askeri Doktor Nuri
Bey’le Erzurum Valisi Yaver Paşanın kızı Lütfiye Hanım’ın birinci çocukları
olarak dünyaya gelir. Daha sonra Reşide isimli bir kız kardeşi olsa da onun
vefatından sonra ailenin tek çocuğu olarak Babasının mesleği sebebiyle
Anadolu’nun birçok ilini gezerler. İlköğrenimine Çanakkale’de başlar. Bu
dönemde Fɑtmɑ Aliye Hanım’ın Udi adlı romanını okur ve üzerinde büyük bir etki
yaratır. Ayrıca evleɾinde zengin bir kütüphanenin bulunmuş olmɑsı Reşat Nuri’yi
o yaşta yazmaya iter. İptidaiyi bitirdikten sonra bir buçuk yıl kadar idadiye
devam eder.
Bir müddet İzmir’de Frerler okulunda öğrenim gördükten
sonra Lise öğrenimini İstɑnbul’dɑ Saint Joseph Lisesi’nde tamamlayarak Lisans
öğrenimi için sınavla Darülfünun’a girer. 1912 yılında Edebiyat şubesini
bitirir bitirmez henüz daha 23 yaşındayken Bursa Sultanisi Orta kısmına Fransızca
öğretmeni olarak atanır.
1913 yılından itibaren tayini İstanbul’a çıkar ve burada
İstanbul Erkek Lisesi başta olmak üzere Çamlıca Lisesi, Kabataş Lisesi,
Galatasaray Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi gibi okullarda öğretmen ve idareci
olarak görev alır. Erenköy Lisesi’nden yeni mezun olɑn öğlencisi Hɑdiye Hanım
ile 1927 yılında evlenir. Aynı yıl atandığı maarif müfettişliği görevini 1939
yılında milletvekili seçildiği tarihe kadar sürdürür. Bunun dışında siyasete de
giren Reşat Nuri 1939-1946 yılları arasında Çanakkale milletvekili olarak
TBMM’de görev alır. Milletvekilliği görevi bittikten sonra 1947’de Memleket
Gazetesini çıkarmaya başlar. 1950-1954 yılları arasında Paris’te Unesco’da
Türkiye Temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevini ifa ettikten sonra
emekliye ayrılır.
Boş duramaz meşgale olsun diyerek İstanbul Şehir
Tiyatroları Edebi Heyeti üyeliği de yapar. Bu yıllarda yakalandığı akciğer
kanseri tedavisi için Londra’ya gider ve ne yazık ki tedaviye cevap veremez ve
7 Aralık 1956’da Londra’da vefat eden yazarımızın cenazesi 13 Aralık 1956 günü,
Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilir. Edebiyat hayatına 1917 yılında “Eski
Ahbap” adlı uzun hikâye ile giriş yapan Reşat Nuri, Cumhuriyet dönemi edebiyɑtındɑ
önemli bir yeɾi olɑn Çalıkuşu, Yeşil Gece ve Anadolu Notlɑɾı gibi eseɾleɾe de
imza atar. Edebiyatın roman, öykü ve oyun dallarında eserler verir. Farklı
birçok mesleki alanda Anɑdolu'dɑ gezdiği için Anadolu insanını yakinen tanıma
fırsatını yakalamış olması eseɾleɾinde Anɑdolu'dɑki yɑşɑmı ve toplumsɑl soɾunlɑɾı
kolayca ele almasını ve bu nedenle de Anadolu insanı tarafından sevilmesini
sağlar.
Başlıca eserleri
şunlardır:
Gizli El, Çalıkuşu, Damga, Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi,
Bir Kadın Düşmanı, Yeşil Gece, Acımak, Yaprak Dökümü, Kızılcık Dalları, Gökyüzü,
Eski Hastalık, Ateş Gecesi, Değirmen Miskinler Tekkesi, Harabelerin
Çiçeği,Kavak Yelleri, Son Sığınak, Kan Davası, Roçild Bey, Eski Ahbap, Sönmüş
Yıldızlar, Tanrı Misafiri, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler, Aşk
Mektupları, Hançer, Eski Rüya, Ümidin Güneşi
Taş Parçası,Yeşil gece, İstiklâl, Hülleci, Yaprak Dökümü,
Eski Şarkı, Balıkesir Muhasebecisi, Tanrıdağı Ziyafeti, Bir Köy Öğretmeni,
Çalıkuşu, Kavak Yelleri
Arka Kapaktan:
Onu ilk defa bir haziran günü Sazlı Pınar yolunda gördüm.
Viran bir köprünün başında köylülerle konuşuyordu.
Yanında dizgini boynuna bırakılmış bir kula at vardı.
Yanından geçerken selam verdik. Jandarma arkadaşım:
- Keyifler iyidir inşallah Bey, dedi.
- Çok şükür çavuş... Sen de iyisin ya?
Biraz önümden giden ihtiyar jandarma, köprünün öte
başında atını durdurdu, beni bekledi. Eski bir çizme gibi sert ve kırışıklarla
dolu yüzünde memnun bir gülümseme vardı:
- Şu adamı gördün mü Doktor Bey, dedi. Hani Cenabı Hak,
Kitabında Hazret-i Peygamber'in son peygamber olduğunu yazmasaydı ben, bu adama
peygamber derdim.
Kitabın
Analizi & Yorumum:
Olay Anadolu’da M… adasında geçmektedir. Kahramanımız
Nazmi Bey adada bulunan Ayazma Çiftliğinin sahibidir. Emekli olduktan sonra
amcasının kızı ve aynı zamanda karısı olan Şükranla birlikte bu çiftliğe
yerleşirler. Bir gün adayı teftişe gelen hükümet doktoru Kemal Bey’le yolda
tesadüfen karşılaşırlar. Doktor Kemal Bey Nazmi Bey’in ada halkına yaptığı
iyilik ve yardımları uzun zamandır duymuş fakat bir türlü Nazmi Bey’le tanışma
fırsatı bulamamıştır. Kısmet bu günedir. Tanışırlar, hoşbeş ederler. Kemal Bey
kısa zamanda Nazmi Bey’le dost olur ve onu çok sever. Fakat Kemal Bey’in dört
buçuk ay sonra Erzurum’a tayini çıkar. Erzurum’da iki buçuk sene görev
yaptıktan sonra tekrar Rodos’a döner. İşe başlar başlamaz da sevdiği insanların
bulunduğu M... adasını ziyarete gider. Yağmurlu ve sisli bir akşam vakti Nazmi
Bey’e rast gelir. Oysa Nazmi Bey ıslak elbiseler içinde titremekte, kriz
geçirmektedir. Kemal Bey Nazmi’yi arabasına alır ve kendi pansiyonuna götürür.
Yazar bundan sonrasını romanın kahramanı Nazmi’nin ağzından anlatmaya başlar.
Küçüklüğünde yaramaz bir çocuk olduğunu, henüz kendisinin
daha küçükken annesini genç yaşta tifo hastalığından kaybettiğini ve babası ile birlikte
M.. adasındaki Ayazma Çiftliği’ne yerleşerek yaşamaya başladıklarını anlatır.
Babası kahramanımız Nazmi’yi iyi bir eğitim alabilsin diye İstanbul’a amcasının
yanına gönderir. Amcası da onu Galaasaray’a yerleştirir. Ne var ki aksilikler
kahramanımız Nazmi’nin yakasını bir türlü bırakmaz ve kısa süre sonra babasını
da kaybeder. Nazmi artık tamamen amcasına muhtaçtır.
Zavallı amcası ağabeyinin yadigârı yeğenini en iyi
şekilde okutup adam etmek için elinden gelen her şeyi yapar ve Nazmi’nin isteği
üzerine Harbiye’ye gönderir. Nazmi tahsilini tamamlamak üzere Fransa’ya gider.
Orda da boş durmayan kahramanımız hovarda ve çapkınlıkları ile ün salar. Eğitim
biter bitmez İstanbul’a amcasının yanına gelir. Kaldıkları Çamlıca köşkünde
amcasının kızı Şükran, Gülizar kalfa ve bir de uşak vardır. Nazmi’nin kısa süre
sonra tayini Şam’a çıkar. Şam’da yaptığı densizlikler yüzünden Kudüs’e sürülür.
Burada da boş durmayan Nazmi bir rahibeyle kısa süreli de olsa fingirdeşir. Bu
sebeple önce Akka’ya ardından da balkanlara Manastır’a gider.
Manastır’da İbrahim adında meslektaşı ile arkadaş olur.
Bir gün tren garında bir arkadaşını uğurlamak üzere gittiğinde Paris’ten eski
sevgilisi ile karşılaşır ve her şeyi bırakarak onunla İstanbul’a gider. İstanbul’da yaz boyunca amcasının konağında kalır. Lakin
konağa geldiğinde Şükran’ın ablası Naciye’nin kocası Neyyir Bey’i çapkınlık
yaparken yakalayıp silahla vurduğunu fakat ölmediğini görür.
Naciye ise psikolojisi bozulmuş bitap vaziyettedir. Bir
gün konağa Şükran’ın Nazan adında bir arkadaşı gelir. Nazan konak komşularıdır
aslında Şükran’ın. Nazmi konaktaki işlere yardımcı ola dursun aynı zamanda
Nazan’a da gönlünü kaptırmıştır. Naciye’nin küçük kızı Jülide’yle oyun oynayıp
gezdiren Nazmi aynı zamanda gezme bahanesiyle Nazan’ın bulunduğu konağın
duvarına kadar atla gelerek
Görüşmektedir. Ne yazık ki işler Nazmi’nin istediği gibi
gitmez ve sonbaharda Fransa’ya ateşe olarak görevi çıkar. Nazanla Frans dönüşü
evlenmek için karar alırlar. Aksilik bu ya İstanbul’dan hareket eden tren
Edirne civarında durdurulur. Nazmi orada tesadüfen Manastır’daki arkadaşı
ibrahim’le karşılaşır.
İbrahim Nazmi’yi Balkan cephesinde direniş lideri olan
Kaymakam Nusretle tanıştırır. Nazmi Fransa’ya gitmekten vazgeçer ve
direnişçilere katılır. Fakat Nusret bey ve askerleri pusuya düşürülür ve Nazmi
bu pusuda çok kötü şekilde yaralanır. Arkadaşı İbrahim uzun süre hastanede
Nazmi’nin yanında kalır. Nazmi hastaneden yazdığı mektuplarda İstanbul’da
amcasının ve amcasının büyük kızı Naciye’nin öldüğü haberini Şükran’dan alır.
Nazmi hastaneden çıkınca Çamlıca’daki köşke döner ve ona
hastalığı boyunca amcasını kızı Şükran bakar. Nazmi hastalığı sebebiyle
askerliği bırakmak zorunda kalır. Nazan Nazmi’nin artık yarım bir adam olduğunu
düşünerek onunla evlenmekten vazgeçer ve ilişkisini bitirir. Nazmi’nin
çatışmada aldığı yara onun bundan sonraki yaşamında köklü bir değişikliğe neden
olur. Zira Nazmi’nin kendisini yormadan temiz havasa yaşaması gerekmektedir.
Zira kalbi zayıftır. Artık Köşkte yaşayamayacağını anlayan Nazmi bugüne kadar
verdiği en doğru kararı verir ve dünyalar tatlısı ve melekler iyisi amcasının
kızı Şükran’a evlenme teklif eder. Şükran hiç düşünmeden bu teklifi kabul eder ve
evlenerek M… adasına babadan kalma Ayazma Çiftliğine giderler. Çiftlikte Ayşe
isminde bir kız ve onun kardeşi bir erkek çocuğuyla karşılaşırlar. Nazmi’nin
babası zamanında çiftlikte çalışan bir rençberin çocuklarıdır bu garipler.
Babaları annelerini bir rum kadın yüzünden terk edip gitmiş, anneleri de birkaç
yıl evvel ölmüştür zavallıların. Adadaki yardımseverlerin verdikleri birkaç
lokma ekmekle çiftlikte kalmaktadırlar çocukların anlattıklarına göre. Nazmi
Şükran’ında rızasını alarak bu iki garibi evlat olarak kabul ederler ve
birlikte yaşamaya başlarlar.
Günler, aylar ve yıllar geçer Nazmi ve Şükran adaya ve
çiftlikteki yaşama alışmışlar, birbirlerini sevmişlerdir. Bir gün Nazmi Bey bir
mektup alır. Mektup Naciye’nin eniştesi Neyyir Bey’den gelmektedir. Kızı
Jülide’yi vapurla Ayazma Çiftliği’ne sürekli kalması için baldızının yanına
göndermektedir. Bir zamanlar çocukken kucaklarından düşmeyen Jülide’yi yıllar
sonra tekrar göreceklerdir, hem de sürekli yanlarında kalacaktır. Bu Şükran ve
Nazmi Bey’i çok mutlu eder. Artık çiftlikte sıkılmayacaklardır. Ayşe’den sonra
bir kızları daha olacaktır. Jülide’yi karşılamak için kasabaya inerler ve
vapuru beklemeye başlarlar. Uzun bir beklemeden sonra vapur rıhtıma yanaşır.
Jülide
Karşılarında kendilerine doğru gelmektedir. Fakat
bilmiyorlardır ki Jülide’nin gelişi yaşamlarında bir dönüm noktası olacaktır.
Uzun bir özet oldu ama daha da uzatmak istemiyorum, zira
eseri okumak isteyenlerin sayfaları çevirirken benim aldığım haz ve lezzetten
mahrum kalmalarını istemiyorum.
Evet, şimdi gelelim bu duygu yüklü roman hakkındaki
düşüncelerime. Bu Reşat Nuri Güntekin’in okuduğum ikinci romanı. Daha evvel
ACIMAK adlı eserini elektronik ortamda okumuştum. Bunu olduğu gibi. Onu da çok
beğenmiştim, bunu da.
Olayların geçtiği mekânların ve karakterlerin gerçek
yaşamla örtüşmesi romanın okunurluğuna büyük katkı sağlarken başarılı kurgusu
ile de bütünlük arz ediyor. Olayların sebep sonuç ilişkisine bakıldığında ise
bunların eser içerisinde birbiriyle çelişmediği görülmekte. Örnek vermek
gerekirse: Nazmi Bey’in M…adasına Ayazma Çiftliği’ne yerleşmesi emekli olması
ile ilişkilendirildiği gibi.
Eserin yazıldığı dönem dikkate alınacak olursa dilinin
anlaşılabilir olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde fazla kullanılmayan Osmanlıca
ya da farsça kelimelerin olması her ne kadar fazla gibi görünse de cümlelerin
anlam bütünlüğünden bunları bertaraf etmek mümkün.
Yazarın dili kullanmadaki becerisi, olayların geçtiği
yerlerin tasviri, roman kahramanı dâhil farklı sınıflardaki yan karakterlerin
kişilik analizleri muhteşem olarak kurgu içerisine serpiştirilmiş ve romanın
bütünlüğünü bozmamış. Konu ne kadar ağır ilerliyor gibi gözükse de yazar
okuyucuya her bir sayfayı merak içerisinde çevirtmesini bir şekilde beceriyor.
Bu da onun ne kadar büyük bir kalemşor olduğunun göstergesi. Özellikle kitabın
son kısmına doğru heyecanın doruk noktaya ulaşması ve duygu yoğunluğunun
artması okuyucunun okumadan aldığı lezzetin bütün hücrelerinde hissetmesini ve
hazzın tavan yapmasını sağlıyor. İnsan kitabı okuyup bitirdikten sonra
kendisini üzerinden adeta bir kamyon geçmiş gibi ya da kanatlanıp uçmuş gibi
hissediyor. Üzerinizden nasıl hem kamyon geçiyor hem de kuş olup uçuyorsunuz
okuyunca anlayacaksınız. Reşat Nuri adeta okuyucusunu alıp olayların içerisine
hapsediyor. Allah’ım o ne müthiş bir kalem ki insan kendisini bazen Nazmi gibi
hovarda, bazen Şükran gibi bir melek, bazen Jülide gibi kırılgan hissedip
onlarla olayları yaşıyor. Sinema filmine de uyarlanan eser büyük ilgi görmüştü.
Kitaptan Alıntılar:
— Su adamı gördün mü Doktor Bey, dedi, Hani Cenabı Hak,
Kitabında Hazret-i Peygamberin son peygamber olduğunu yazmasaydı ben, bu adama peygamber
derdim.
Balkanlar, gizli gizli hazırlanıyorlardı. Anadolu
fırkalarından birkaçının Makedonya'ya geçtiği duyuluyordu. Nihayet günün birinde bizim fırka için de
emir geldi ve ben sevincimden çıldıracak gibi oldum.
Bahçe duvarı önünde durduk. Güzel bir kadın sesi piyano
ile beraber ölümden ve ayrılıktan
şikâyet eden bir şarkı söylüyordu. Şükran, kendini
tutamadı. Yavaş yavaş ağlamağa başladı.
Sonra bilmem nasıl bir ihtiyaç ile bana müthiş bir sır
söyledi:
— Sana kimsenin bilmediği bir şeyi söyleyeceğim Nazmi...
Eniştem Neyyir Beyi kimin vurduğunu ben biliyorum.
Gözlerimi kapadım; kendimi birdenbire Yalnız Servi deki
köşkün bahçesinde gördüm. Jülide, sarışın, ince yüzü ve daima güneşe bakıyor hissini veren
açık yeşil gözleriyle, bir yaramazlığın cezasını çekmekten korkuyor gibi görünen suçlu tavrıyla
gözümün önüne geldi. Kim bilir belki kaybettiğim çocuğun yerini de bir dereceye
kadar tutacaktı.
Bu çocuğun bana ne kadar çok benzeyen noktaları vardı.
Yasamak ihtirasını en kuvvetli sadmeler halinde kalplerimizde duyduğumuz bir zamanda beni
hastalık, onu kimsesizlik bu hüzün ve sükût adasına atmıştı.
Çocukça sevinçlerime çocukça hayretler de karışıyordu.
Dünya, Jülide ile su çiçeklerine
benzeyen bu narin çocukla yaşamağa başladı sanıyordum.