Sayfalar

11 Şubat 2016 Perşembe

Kitap: Akşam Güneşi

Kitap Hakkında:
Yazarı: Reşat Nuri GÜNTEKİN
Kitabın Adı: Akşam Güneşi
Yayınevi: İnkılâp Kitabevi
Sayfa: 117 s.
Ücret: 14 TL

Yazar Hakkında:
25 Kasım 1889 yılında Üsküdar’da askeri Doktor Nuri Bey’le Erzurum Valisi Yaver Paşanın kızı Lütfiye Hanım’ın birinci çocukları olarak dünyaya gelir. Daha sonra Reşide isimli bir kız kardeşi olsa da onun vefatından sonra ailenin tek çocuğu olarak Babasının mesleği sebebiyle Anadolu’nun birçok ilini gezerler. İlköğrenimine Çanakkale’de başlar. Bu dönemde Fɑtmɑ Aliye Hanım’ın Udi adlı romanını okur ve üzerinde büyük bir etki yaratır. Ayrıca evleɾinde zengin bir kütüphanenin bulunmuş olmɑsı Reşat Nuri’yi o yaşta yazmaya iter. İptidaiyi bitirdikten sonra bir buçuk yıl kadar idadiye devam eder.
Bir müddet İzmir’de Frerler okulunda öğrenim gördükten sonra Lise öğrenimini İstɑnbul’dɑ Saint Joseph Lisesi’nde tamamlayarak Lisans öğrenimi için sınavla Darülfünun’a girer. 1912 yılında Edebiyat şubesini bitirir bitirmez henüz daha 23 yaşındayken Bursa Sultanisi Orta kısmına Fransızca öğretmeni olarak atanır.
1913 yılından itibaren tayini İstanbul’a çıkar ve burada İstanbul Erkek Lisesi başta olmak üzere Çamlıca Lisesi, Kabataş Lisesi, Galatasaray Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi gibi okullarda öğretmen ve idareci olarak görev alır. Erenköy Lisesi’nden yeni mezun olɑn öğlencisi Hɑdiye Hanım ile 1927 yılında evlenir. Aynı yıl atandığı maarif müfettişliği görevini 1939 yılında milletvekili seçildiği tarihe kadar sürdürür. Bunun dışında siyasete de giren Reşat Nuri 1939-1946 yılları arasında Çanakkale milletvekili olarak TBMM’de görev alır. Milletvekilliği görevi bittikten sonra 1947’de Memleket Gazetesini çıkarmaya başlar. 1950-1954 yılları arasında Paris’te Unesco’da Türkiye Temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevini ifa ettikten sonra emekliye ayrılır.

Boş duramaz meşgale olsun diyerek İstanbul Şehir Tiyatroları Edebi Heyeti üyeliği de yapar. Bu yıllarda yakalandığı akciğer kanseri tedavisi için Londra’ya gider ve ne yazık ki tedaviye cevap veremez ve 7 Aralık 1956’da Londra’da vefat eden yazarımızın cenazesi 13 Aralık 1956 günü, Karacaahmet Mezarlığı'na defnedilir. Edebiyat hayatına 1917 yılında “Eski Ahbap” adlı uzun hikâye ile giriş yapan Reşat Nuri, Cumhuriyet dönemi edebiyɑtındɑ önemli bir yeɾi olɑn Çalıkuşu, Yeşil Gece ve Anadolu Notlɑɾı gibi eseɾleɾe de imza atar. Edebiyatın roman, öykü ve oyun dallarında eserler verir. Farklı birçok mesleki alanda Anɑdolu'dɑ gezdiği için Anadolu insanını yakinen tanıma fırsatını yakalamış olması eseɾleɾinde Anɑdolu'dɑki yɑşɑmı ve toplumsɑl soɾunlɑɾı kolayca ele almasını ve bu nedenle de Anadolu insanı tarafından sevilmesini sağlar.

Başlıca eserleri şunlardır:
Gizli El, Çalıkuşu, Damga, Dudaktan Kalbe, Akşam Güneşi, Bir Kadın Düşmanı, Yeşil Gece, Acımak, Yaprak Dökümü, Kızılcık Dalları, Gökyüzü, Eski Hastalık, Ateş Gecesi, Değirmen Miskinler Tekkesi, Harabelerin Çiçeği,Kavak Yelleri, Son Sığınak, Kan Davası, Roçild Bey, Eski Ahbap, Sönmüş Yıldızlar, Tanrı Misafiri, Leyla ile Mecnun, Olağan İşler, Aşk Mektupları, Hançer, Eski Rüya, Ümidin Güneşi
Taş Parçası,Yeşil gece, İstiklâl, Hülleci, Yaprak Dökümü, Eski Şarkı, Balıkesir Muhasebecisi, Tanrıdağı Ziyafeti, Bir Köy Öğretmeni, Çalıkuşu, Kavak Yelleri 

Arka Kapaktan:
Onu ilk defa bir haziran günü Sazlı Pınar yolunda gördüm. Viran bir köprünün başında köylülerle konuşuyordu.
Yanında dizgini boynuna bırakılmış bir kula at vardı. Yanından geçerken selam verdik. Jandarma arkadaşım:
- Keyifler iyidir inşallah Bey, dedi.
- Çok şükür çavuş... Sen de iyisin ya?
Biraz önümden giden ihtiyar jandarma, köprünün öte başında atını durdurdu, beni bekledi. Eski bir çizme gibi sert ve kırışıklarla dolu yüzünde memnun bir gülümseme vardı:
- Şu adamı gördün mü Doktor Bey, dedi. Hani Cenabı Hak, Kitabında Hazret-i Peygamber'in son peygamber olduğunu yazmasaydı ben, bu adama peygamber derdim.

Kitabın Analizi & Yorumum: 
Olay Anadolu’da M… adasında geçmektedir. Kahramanımız Nazmi Bey adada bulunan Ayazma Çiftliğinin sahibidir. Emekli olduktan sonra amcasının kızı ve aynı zamanda karısı olan Şükranla birlikte bu çiftliğe yerleşirler. Bir gün adayı teftişe gelen hükümet doktoru Kemal Bey’le yolda tesadüfen karşılaşırlar. Doktor Kemal Bey Nazmi Bey’in ada halkına yaptığı iyilik ve yardımları uzun zamandır duymuş fakat bir türlü Nazmi Bey’le tanışma fırsatı bulamamıştır. Kısmet bu günedir. Tanışırlar, hoşbeş ederler. Kemal Bey kısa zamanda Nazmi Bey’le dost olur ve onu çok sever. Fakat Kemal Bey’in dört buçuk ay sonra Erzurum’a tayini çıkar. Erzurum’da iki buçuk sene görev yaptıktan sonra tekrar Rodos’a döner. İşe başlar başlamaz da sevdiği insanların bulunduğu M... adasını ziyarete gider. Yağmurlu ve sisli bir akşam vakti Nazmi Bey’e rast gelir. Oysa Nazmi Bey ıslak elbiseler içinde titremekte, kriz geçirmektedir. Kemal Bey Nazmi’yi arabasına alır ve kendi pansiyonuna götürür. Yazar bundan sonrasını romanın kahramanı Nazmi’nin ağzından anlatmaya başlar.
Küçüklüğünde yaramaz bir çocuk olduğunu, henüz kendisinin daha küçükken annesini genç yaşta tifo hastalığından kaybettiğini ve babası ile birlikte M.. adasındaki Ayazma Çiftliği’ne yerleşerek yaşamaya başladıklarını anlatır. Babası kahramanımız Nazmi’yi iyi bir eğitim alabilsin diye İstanbul’a amcasının yanına gönderir. Amcası da onu Galaasaray’a yerleştirir. Ne var ki aksilikler kahramanımız Nazmi’nin yakasını bir türlü bırakmaz ve kısa süre sonra babasını da kaybeder. Nazmi artık tamamen amcasına muhtaçtır. 

Zavallı amcası ağabeyinin yadigârı yeğenini en iyi şekilde okutup adam etmek için elinden gelen her şeyi yapar ve Nazmi’nin isteği üzerine Harbiye’ye gönderir. Nazmi tahsilini tamamlamak üzere Fransa’ya gider. Orda da boş durmayan kahramanımız hovarda ve çapkınlıkları ile ün salar. Eğitim biter bitmez İstanbul’a amcasının yanına gelir. Kaldıkları Çamlıca köşkünde amcasının kızı Şükran, Gülizar kalfa ve bir de uşak vardır. Nazmi’nin kısa süre sonra tayini Şam’a çıkar. Şam’da yaptığı densizlikler yüzünden Kudüs’e sürülür. Burada da boş durmayan Nazmi bir rahibeyle kısa süreli de olsa fingirdeşir. Bu sebeple önce Akka’ya ardından da balkanlara Manastır’a gider.

Manastır’da İbrahim adında meslektaşı ile arkadaş olur. Bir gün tren garında bir arkadaşını uğurlamak üzere gittiğinde Paris’ten eski sevgilisi ile karşılaşır ve her şeyi bırakarak onunla İstanbul’a gider. İstanbul’da yaz boyunca amcasının konağında kalır. Lakin konağa geldiğinde Şükran’ın ablası Naciye’nin kocası Neyyir Bey’i çapkınlık yaparken yakalayıp silahla vurduğunu fakat ölmediğini görür.
Naciye ise psikolojisi bozulmuş bitap vaziyettedir. Bir gün konağa Şükran’ın Nazan adında bir arkadaşı gelir. Nazan konak komşularıdır aslında Şükran’ın. Nazmi konaktaki işlere yardımcı ola dursun aynı zamanda Nazan’a da gönlünü kaptırmıştır. Naciye’nin küçük kızı Jülide’yle oyun oynayıp gezdiren Nazmi aynı zamanda gezme bahanesiyle Nazan’ın bulunduğu konağın duvarına kadar atla gelerek

Görüşmektedir. Ne yazık ki işler Nazmi’nin istediği gibi gitmez ve sonbaharda Fransa’ya ateşe olarak görevi çıkar. Nazanla Frans dönüşü evlenmek için karar alırlar. Aksilik bu ya İstanbul’dan hareket eden tren Edirne civarında durdurulur. Nazmi orada tesadüfen Manastır’daki arkadaşı ibrahim’le karşılaşır.
İbrahim Nazmi’yi Balkan cephesinde direniş lideri olan Kaymakam Nusretle tanıştırır. Nazmi Fransa’ya gitmekten vazgeçer ve direnişçilere katılır. Fakat Nusret bey ve askerleri pusuya düşürülür ve Nazmi bu pusuda çok kötü şekilde yaralanır. Arkadaşı İbrahim uzun süre hastanede Nazmi’nin yanında kalır. Nazmi hastaneden yazdığı mektuplarda İstanbul’da amcasının ve amcasının büyük kızı Naciye’nin öldüğü haberini Şükran’dan alır. 
Nazmi hastaneden çıkınca Çamlıca’daki köşke döner ve ona hastalığı boyunca amcasını kızı Şükran bakar. Nazmi hastalığı sebebiyle askerliği bırakmak zorunda kalır. Nazan Nazmi’nin artık yarım bir adam olduğunu düşünerek onunla evlenmekten vazgeçer ve ilişkisini bitirir. Nazmi’nin çatışmada aldığı yara onun bundan sonraki yaşamında köklü bir değişikliğe neden olur. Zira Nazmi’nin kendisini yormadan temiz havasa yaşaması gerekmektedir. Zira kalbi zayıftır. Artık Köşkte yaşayamayacağını anlayan Nazmi bugüne kadar verdiği en doğru kararı verir ve dünyalar tatlısı ve melekler iyisi amcasının kızı Şükran’a evlenme teklif eder. Şükran hiç düşünmeden bu teklifi kabul eder ve evlenerek M… adasına babadan kalma Ayazma Çiftliğine giderler. Çiftlikte Ayşe isminde bir kız ve onun kardeşi bir erkek çocuğuyla karşılaşırlar. Nazmi’nin babası zamanında çiftlikte çalışan bir rençberin çocuklarıdır bu garipler. Babaları annelerini bir rum kadın yüzünden terk edip gitmiş, anneleri de birkaç yıl evvel ölmüştür zavallıların. Adadaki yardımseverlerin verdikleri birkaç lokma ekmekle çiftlikte kalmaktadırlar çocukların anlattıklarına göre. Nazmi Şükran’ında rızasını alarak bu iki garibi evlat olarak kabul ederler ve birlikte yaşamaya başlarlar.
Günler, aylar ve yıllar geçer Nazmi ve Şükran adaya ve çiftlikteki yaşama alışmışlar, birbirlerini sevmişlerdir. Bir gün Nazmi Bey bir mektup alır. Mektup Naciye’nin eniştesi Neyyir Bey’den gelmektedir. Kızı Jülide’yi vapurla Ayazma Çiftliği’ne sürekli kalması için baldızının yanına göndermektedir. Bir zamanlar çocukken kucaklarından düşmeyen Jülide’yi yıllar sonra tekrar göreceklerdir, hem de sürekli yanlarında kalacaktır. Bu Şükran ve Nazmi Bey’i çok mutlu eder. Artık çiftlikte sıkılmayacaklardır. Ayşe’den sonra bir kızları daha olacaktır. Jülide’yi karşılamak için kasabaya inerler ve vapuru beklemeye başlarlar. Uzun bir beklemeden sonra vapur rıhtıma yanaşır. Jülide
Karşılarında kendilerine doğru gelmektedir. Fakat bilmiyorlardır ki Jülide’nin gelişi yaşamlarında bir dönüm noktası olacaktır.
Uzun bir özet oldu ama daha da uzatmak istemiyorum, zira eseri okumak isteyenlerin sayfaları çevirirken benim aldığım haz ve lezzetten mahrum kalmalarını istemiyorum.
Evet, şimdi gelelim bu duygu yüklü roman hakkındaki düşüncelerime. Bu Reşat Nuri Güntekin’in okuduğum ikinci romanı. Daha evvel ACIMAK adlı eserini elektronik ortamda okumuştum. Bunu olduğu gibi. Onu da çok beğenmiştim, bunu da.
Olayların geçtiği mekânların ve karakterlerin gerçek yaşamla örtüşmesi romanın okunurluğuna büyük katkı sağlarken başarılı kurgusu ile de bütünlük arz ediyor. Olayların sebep sonuç ilişkisine bakıldığında ise bunların eser içerisinde birbiriyle çelişmediği görülmekte. Örnek vermek gerekirse: Nazmi Bey’in M…adasına Ayazma Çiftliği’ne yerleşmesi emekli olması ile ilişkilendirildiği gibi.
Eserin yazıldığı dönem dikkate alınacak olursa dilinin anlaşılabilir olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde fazla kullanılmayan Osmanlıca ya da farsça kelimelerin olması her ne kadar fazla gibi görünse de cümlelerin anlam bütünlüğünden bunları bertaraf etmek mümkün.  
Yazarın dili kullanmadaki becerisi, olayların geçtiği yerlerin tasviri, roman kahramanı dâhil farklı sınıflardaki yan karakterlerin kişilik analizleri muhteşem olarak kurgu içerisine serpiştirilmiş ve romanın bütünlüğünü bozmamış. Konu ne kadar ağır ilerliyor gibi gözükse de yazar okuyucuya her bir sayfayı merak içerisinde çevirtmesini bir şekilde beceriyor. Bu da onun ne kadar büyük bir kalemşor olduğunun göstergesi. Özellikle kitabın son kısmına doğru heyecanın doruk noktaya ulaşması ve duygu yoğunluğunun artması okuyucunun okumadan aldığı lezzetin bütün hücrelerinde hissetmesini ve hazzın tavan yapmasını sağlıyor. İnsan kitabı okuyup bitirdikten sonra kendisini üzerinden adeta bir kamyon geçmiş gibi ya da kanatlanıp uçmuş gibi hissediyor. Üzerinizden nasıl hem kamyon geçiyor hem de kuş olup uçuyorsunuz okuyunca anlayacaksınız. Reşat Nuri adeta okuyucusunu alıp olayların içerisine hapsediyor. Allah’ım o ne müthiş bir kalem ki insan kendisini bazen Nazmi gibi hovarda, bazen Şükran gibi bir melek, bazen Jülide gibi kırılgan hissedip onlarla olayları yaşıyor. Sinema filmine de uyarlanan eser büyük ilgi görmüştü.

  
Kitaptan Alıntılar:
— Su adamı gördün mü Doktor Bey, dedi, Hani Cenabı Hak, Kitabında Hazret-i Peygamberin son peygamber olduğunu yazmasaydı ben, bu adama peygamber derdim.

Balkanlar, gizli gizli hazırlanıyorlardı. Anadolu fırkalarından birkaçının Makedonya'ya geçtiği duyuluyordu. Nihayet günün birinde bizim fırka için de emir geldi ve ben sevincimden çıldıracak gibi oldum.

Bahçe duvarı önünde durduk. Güzel bir kadın sesi piyano ile beraber ölümden ve ayrılıktan
şikâyet eden bir şarkı söylüyordu. Şükran, kendini tutamadı. Yavaş yavaş ağlamağa başladı.
Sonra bilmem nasıl bir ihtiyaç ile bana müthiş bir sır söyledi:
— Sana kimsenin bilmediği bir şeyi söyleyeceğim Nazmi... Eniştem Neyyir Beyi kimin vurduğunu ben biliyorum.

Gözlerimi kapadım; kendimi birdenbire Yalnız Servi deki köşkün bahçesinde gördüm. Jülide, sarışın, ince yüzü ve daima güneşe bakıyor hissini veren açık yeşil gözleriyle, bir yaramazlığın cezasını çekmekten korkuyor gibi görünen suçlu tavrıyla gözümün önüne geldi. Kim bilir belki kaybettiğim çocuğun yerini de bir dereceye kadar tutacaktı.

Bu çocuğun bana ne kadar çok benzeyen noktaları vardı. Yasamak ihtirasını en kuvvetli sadmeler halinde kalplerimizde duyduğumuz bir zamanda beni hastalık, onu kimsesizlik bu hüzün ve sükût adasına atmıştı.

Çocukça sevinçlerime çocukça hayretler de karışıyordu. Dünya, Jülide ile su çiçeklerine
benzeyen bu narin çocukla yaşamağa başladı sanıyordum.

1 Şubat 2016 Pazartesi

Anılardan: Bir Hurma Hikâyesi

Yıl 1992 aylardan kasımdı. İç Anadolu’nun sevimli, şirin, küçük kasabalarından Niğde’de görev yapıyordum. Gürcan isminde Tekirdağ’lı arkadaşımla birlikte kiraladığımız kocaman dairede kalıyorduk. Zorunlu ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar eşyamızla kaldığımız bu dairede salonumuz mütevazı döşenmişti. Ortada bir kömür sobası, hemen yanı başında yuvarlak masa, iki sandalye, bir radyo, iki köşede birer çekyat. Mutfakta mutfak dolabımız ve bir ocak. Ben yemekleri yapıyor, arkadaşım bulaşıkları yıkıyordu. Birlikte alışverişe çıkıyorduk. Güneşli bir gün de Pazar alışverişine çıktık. Şimdi kuruluyor mu bilmiyorum ama o zamanlarda Niğde Kalesi’nin hemen altına semt pazarı kuruluyordu. Pazarı gezip bir hafta yetecek sebze ve meyve almayı planlamıştık. Gördüğümüz ve beğendiğimiz sebzelerden birer ikişer kilo almaya başladık. Ne zaman karşımda bir tezgâhta hurmaları gördüm, direk oraya yöneldim. Gürcan arkadaşım hızlı adımlarla arkamdan beni takip ediyordu.
Tezgâhın önüne geldim ve durdum. Satıcıya iki kilo vermesini söyledim. Satıcı tarttı verdi. Parasını ödedim ve poşetten iki tanesini alarak satıcıya:”suyunuz varsa bunları yıkayabilir misiniz? Dedim.

Satıcı yıkadı ve elime tutuşturdu. Birisini Gürcan’a verdim. Hurmanın alt sapından tutup başladım büyük bir iştahla yemeye.

Hurmanın yarısına kadar yalayıp yutmuştum ki yanımdaki arkadaşıma bakma gereği duydum.
Bir de ne göreyim. Gürcan hala elinde hurma, bir hurmaya, bir bana bakıp duruyor.
Hayırdır Gürcan neden yemiyorsun? Diye sordum.
Verdiği yanıt beni şok etmişti.
-Yaşar bu nedir?
-Hurma dedim
Çok şaşırmıştım. Dayanamadım sordum:
-Sen bunun gerçekten ne olduğunu bilmiyor musun?
-Evet, bilmiyorum. İlk defa görüyorum.
Sonra başladım Gürcan’a hurmanın ne olduğunu ve nasıl yenildiğini anlatmaya.

Yüce Allah’ın biz insanlara bir armağanıdır bu mucizevî meyve. Yurdumuzda Trabzon Hurması, Cennet Elması ya da sadece Hurma olarak da bilinir. Ülkemizde birçok ilimizde de yetişmekte olduğunu okumuştum. Ancak en çok Akdeniz Bölgemizde üretimi yapılmaktadır. Asıl vatanı Çin olan bu meyve olgunlaşmadan yenildiğinde ağızda mayhoş ve buruk bir tat bırakır. Dolayısıyla ham olarak yediğinizde ya da yemeye çalıştığınızda avurdunuzda, dilinizin üzerinde kalan tortuları yok etmeye çalışırken dudaklarınızın ve yüzünüzün aldığı şekli birisi görse gülmekten kırılır. 

Meyve genellikle yaz sonlarına doğru olgunlaşmaya başlar ve Kasım, Aralık gibi tüketime hazır hale gelir. Olgunlaşınca turuncu bir renk alarak albenisi yüksek bal kadar tatlı, reçel kadar yumuşak bir meyveye dönüşür. Çiğ olarak tüketildiği gibi arzu edilirse tatlılarda özellikle muhallebide, ya da reçel yapımında kullanılabilir.
İçerisinde bulunan protein, karbonhidrat, selüloz, fosfor, kalsiyum, demir, sodyum, tanen, potasyum, magnezyum, A, B1, B2, B3,  ve C gibi çeşitli vitaminler de içeren bu mucize meyvenin biz insanlara bir sürü de faydası vardır.

-  idrar ve balgam söktürür
- soğuk algınlığına iyi gelir
- mide ve sindirim rahatsızlıklarını tedavi eder
- bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser başta olmak üzere birçok hastalığı önler
- cildi güzelleştirir
-  Kabızlığı giderir, besleyicidir
- bağırsak iltihaplarının tedavisinde kullanılır
- Kolesterolü ve yüksek tansiyonu düşürmeye yardımcı olur.
- Kabuğunu soyduktan sonra yumuşatarak yenilmesi gastrite karşı çok faydalıdır

Görüldüğü gibi bu harika meyvenin faydaları oldukça fazladır. Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: “ Her zaman mevsiminde çıkan meyvelerden tüketmek hem vücudumuzu o mevsimin şartlarına karşı korumakta bize yardımcı olur hem de dengeli beslenmemizi sağlamış olur.”
Şubat ayına girdiğimiz şu günlerde bulmak ne kadar güç olsa da bulduğunuzda lezzetinin damağınızda kalacağına garanti verebilirim.
Ayrıca sırası gelmişken hurma ile ilgili de bir kıssayı da anlatarak konuya son noktayı koymak isterim.


Peygamber efendimiz (S.A.V ), zamanında Cuma günleri mesciddeki Hannane isminde bir hurma kütüğüne dayanarak, Cuma hutbesi irad ederlermiş. Daha sonra üç basamaklı bir minber yaptırmışlar. Resulullah efendimiz ve Eshab-ı kiram bir Cuma günü Mescid-i Nebi'de toplanmışlar. Efendimiz, hutbe için yeni minbere çıktıklarında, eskiden dayandığı kuru hurma kütüğü, herkesin duyacağı kadar, hamile deve ağlayışını andıran bir sesle ağlamaya ve inlemeye başlamış. 
Bütün Eshab-ı kiram, hayret ederek bu sesi dinlemişler. Fakat ses bir türlü kesilmiyormuş. Bunun üzerine Âlemlerin efendisi minberden inerek mübarek elleri ile kütüğü okşamışlar. O anda, ağlama ve inleme kesilmiş. Kuru hurma kütüğünün, Peygamberimize olan bu muhabbetini ve aşkını gören Sahabiler, gözyaşlarını tutamamışlar.
Peygamber efendimiz; "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahü tealâya yemin ederim ki, eğer onu okşamasaydım, bana karşı hasret ve hüznünden dolayı kıyamete kadar böyle ağlayacaktı" buyurmuşlardır.