Yıl 1992 aylardan kasımdı. İç Anadolu’nun sevimli, şirin,
küçük kasabalarından Niğde’de görev yapıyordum. Gürcan isminde Tekirdağ’lı
arkadaşımla birlikte kiraladığımız kocaman dairede kalıyorduk. Zorunlu
ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadar eşyamızla kaldığımız bu dairede salonumuz
mütevazı döşenmişti. Ortada bir kömür sobası, hemen yanı başında yuvarlak masa,
iki sandalye, bir radyo, iki köşede birer çekyat. Mutfakta mutfak dolabımız ve
bir ocak. Ben yemekleri yapıyor, arkadaşım bulaşıkları yıkıyordu. Birlikte
alışverişe çıkıyorduk. Güneşli bir gün de Pazar alışverişine çıktık. Şimdi
kuruluyor mu bilmiyorum ama o zamanlarda Niğde Kalesi’nin hemen altına semt
pazarı kuruluyordu. Pazarı gezip bir hafta yetecek sebze ve meyve almayı planlamıştık.
Gördüğümüz ve beğendiğimiz sebzelerden birer ikişer kilo almaya başladık. Ne
zaman karşımda bir tezgâhta hurmaları gördüm, direk oraya yöneldim. Gürcan
arkadaşım hızlı adımlarla arkamdan beni takip ediyordu.
Tezgâhın önüne geldim ve durdum. Satıcıya iki kilo
vermesini söyledim. Satıcı tarttı verdi. Parasını ödedim ve poşetten iki
tanesini alarak satıcıya:”suyunuz varsa bunları yıkayabilir misiniz? Dedim.
Satıcı yıkadı ve elime tutuşturdu. Birisini Gürcan’a
verdim. Hurmanın alt sapından tutup başladım büyük bir iştahla yemeye.
Hurmanın yarısına kadar yalayıp yutmuştum ki yanımdaki
arkadaşıma bakma gereği duydum.
Bir de ne göreyim. Gürcan hala elinde hurma, bir hurmaya,
bir bana bakıp duruyor.
Hayırdır Gürcan neden yemiyorsun? Diye sordum.
Verdiği yanıt beni şok etmişti.
-Yaşar bu nedir?
-Hurma dedim
Çok şaşırmıştım. Dayanamadım sordum:
-Sen bunun gerçekten ne olduğunu bilmiyor musun?
-Evet, bilmiyorum. İlk defa görüyorum.
Sonra başladım Gürcan’a hurmanın ne olduğunu ve nasıl
yenildiğini anlatmaya.
Yüce Allah’ın biz insanlara bir armağanıdır bu mucizevî
meyve. Yurdumuzda Trabzon Hurması, Cennet Elması ya da sadece Hurma olarak da
bilinir. Ülkemizde birçok ilimizde de yetişmekte olduğunu okumuştum. Ancak en
çok Akdeniz Bölgemizde üretimi yapılmaktadır. Asıl vatanı Çin olan bu meyve
olgunlaşmadan yenildiğinde ağızda mayhoş ve buruk bir tat bırakır. Dolayısıyla
ham olarak yediğinizde ya da yemeye çalıştığınızda avurdunuzda, dilinizin
üzerinde kalan tortuları yok etmeye çalışırken dudaklarınızın ve yüzünüzün
aldığı şekli birisi görse gülmekten kırılır.
Meyve genellikle yaz sonlarına doğru olgunlaşmaya başlar
ve Kasım, Aralık gibi tüketime hazır hale gelir. Olgunlaşınca turuncu bir renk
alarak albenisi yüksek bal kadar tatlı, reçel kadar yumuşak bir meyveye
dönüşür. Çiğ olarak tüketildiği gibi arzu edilirse tatlılarda özellikle
muhallebide, ya da reçel yapımında kullanılabilir.
İçerisinde bulunan protein, karbonhidrat, selüloz,
fosfor, kalsiyum, demir, sodyum, tanen, potasyum, magnezyum, A, B1, B2,
B3, ve C gibi çeşitli vitaminler de
içeren bu mucize meyvenin biz insanlara bir sürü de faydası vardır.
- idrar ve balgam
söktürür
- soğuk algınlığına iyi gelir
- mide ve sindirim rahatsızlıklarını tedavi eder
- bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser başta olmak
üzere birçok hastalığı önler
- cildi güzelleştirir
- Kabızlığı
giderir, besleyicidir
- bağırsak iltihaplarının tedavisinde kullanılır
- Kolesterolü ve yüksek tansiyonu düşürmeye yardımcı
olur.
- Kabuğunu soyduktan sonra yumuşatarak yenilmesi gastrite
karşı çok faydalıdır
Görüldüğü gibi bu harika meyvenin faydaları oldukça
fazladır. Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: “ Her zaman mevsiminde
çıkan meyvelerden tüketmek hem vücudumuzu o mevsimin şartlarına karşı korumakta
bize yardımcı olur hem de dengeli beslenmemizi sağlamış olur.”
Şubat ayına girdiğimiz şu günlerde bulmak ne kadar güç
olsa da bulduğunuzda lezzetinin damağınızda kalacağına garanti verebilirim.
Ayrıca sırası gelmişken hurma ile ilgili de bir kıssayı da
anlatarak konuya son noktayı koymak isterim.
Peygamber efendimiz (S.A.V ), zamanında Cuma günleri mesciddeki
Hannane isminde bir hurma kütüğüne dayanarak, Cuma hutbesi irad
ederlermiş. Daha sonra üç basamaklı bir minber yaptırmışlar. Resulullah
efendimiz ve Eshab-ı kiram bir Cuma günü Mescid-i Nebi'de toplanmışlar.
Efendimiz, hutbe için yeni minbere çıktıklarında, eskiden dayandığı kuru hurma
kütüğü, herkesin duyacağı kadar, hamile deve ağlayışını andıran bir sesle
ağlamaya ve inlemeye başlamış.
Bütün Eshab-ı kiram, hayret ederek bu sesi dinlemişler. Fakat
ses bir türlü kesilmiyormuş. Bunun üzerine Âlemlerin efendisi minberden inerek
mübarek elleri ile kütüğü okşamışlar. O anda, ağlama ve inleme kesilmiş. Kuru
hurma kütüğünün, Peygamberimize olan bu muhabbetini ve aşkını gören Sahabiler,
gözyaşlarını tutamamışlar.
Peygamber efendimiz; "Nefsim yed-i kudretinde olan
Allahü tealâya yemin ederim ki, eğer onu okşamasaydım, bana karşı hasret ve
hüznünden dolayı kıyamete kadar böyle ağlayacaktı" buyurmuşlardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder