Sayfalar

25 Mayıs 2016 Çarşamba

Kitap:Mücella

      
Kitap Hakkında:
Kitabın Adı:Mücella
Yazarı: Nazan Bekiroğlu
Yayınevi:Timaş Yayınları
Sayfa:344
Ebat: 14x21 cm
Ücreti: 25 TL
Ne Buldum: Yürek burkan bir hikâye

Yazar Hakkında:
3 Mayıs 1957 tarihinde Trabzon’da doğan Nazan Bekiroğlu, ilk ve orta tahsilini aynı kentte yaptı. 1979 yılında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Dört yıl lise öğretmenliği yaptı. Yıllar 1985’i gösterdiğinde KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bölümü’ne öğretim görevlisi olarak girdi. Orhan Okay yönetiminde sürdürdüğü Halide Edib Adıvar’ın Romanlarının Teknik Açıdan Tahlili konulu doktorasını tamamladı (1987). Aynı bölümde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Şair Nigâr Hanım konulu çalışmasıyla 1995 senesinde doçent oldu. 1998′den itibaren aynı fakültede açılan Türkçe eğitimi bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmakta olan Nazan Bekiroğlu 4 Mayıs 2001′de profesör olmuştur.

Şehirli ve kültürlü bir ailenin üç çocuğundan en küçüğü olan Nazan Bekiroğlu; inançlı ve muhafazakâr bir baba ile titiz ve oldukça eğitimli bir annenin, iki de ağabeyin kanatları arasında küçük kardeş olmanın da etkisiyle nazlanarak, korunarak, esirgenerek büyümüştür.  Ailesi çocukluğunda Türkçesi bozulur diye sokağa bile inmesini yasaklamış ve oyun arkadaşları tek tek seçilmiştir. Bu sebepledir ki çoğu zaman kendisinin Karadenizliliğinin hiç hissedilmediğini söyleyenler olmuştur.

1997 yılından beri deneme, hikâye, roman ve incelemeleri Dolunay, Türk Edebiyatı, Milli Kültür, Kayıtlar, Yedi İklim, Dergâh dergilerinde ve Zaman Gazetesinde yayımlanmıştır.  2003 yılında Türkiye Yazarlar Birliği Deneme Ödülünü, 2006 yılında ise Cam Irmağı Taş Gemi ile de aynı birliğin Hikâye Ödülü’nü almıştır. Nar Ağacı adlı eseriyle okuyucularının kalbinde hatırı sayılır bir yer edinen Nazan Bekiroğlu iki kız çocuğu annesi ve son dönemlerde en çok okunan yazarlardan biridir.
 ESERLERİ
Nun Masalları (Öykü,1997) 
Şair Nigâr Hanım (İnceleme,1998) 
Halide Edib Adıvar (İnceleme,1999) 
Mor Mürekkep (Deneme,1999) 
Yusuf İle Züleyha / Kalbin Üzerine Titreyen Hüzün (Şark Mesnevîsi, 2000) 
Mavi Lâle (Deneme, 2001) 
İsimle Ateş Arasında (Roman, 2002) 
Cümle Kapısı (Deneme, 2004) 
Cam Irmağı Taş Gemi (Hikâye, 2006)
Lâ: Sonsuzluk Hecesi (Roman, 2008)    

Arka Kapaktan:
Nazan Bekiroğlu Nar Ağacı’ndan sonra merakla beklenen yeni romanı Mücellâ’da bizleri 1920-1970’li yılların Türkiye’sinden nostaljik bir hikâyeyle buluşturuyor. 
Mücellâ, genç Cumhuriyet’le yaşıt bir kızın, unutulmuş kumaşların, kokuların, alışkanlıkların, iğne oyalarının, kimi yarım kalmış kimi tamamlanmış aşkların, hayatı seyretmekle yaşamak arasında gelip giden kadınların romanı. 
Zamanın daha ağır aktığı, hayatın ritminin daha çok mahalle aralarında karar bulduğu vakitler. Gaz lâmbasının ışığında içilen nohut kahvesinin ağızda buruk bir tat bıraktığı dönemler. 
Arka planda Türkiye, pek çok çalkantının içinden geçerken bile kendini bildi bileli çeyiz işleyen bir genç kız Mücellâ. Adım adım hayattan çekilirken bunu neredeyse hiç fark etmeyen... Neyi beklediğini bilmeden bekleyen... Derken günün birinde, kıyısında kaldığı hayata son bir çabayla dönmek isteyen... 
Sümbül kokulu bembeyaz yastık kılıfları, kanaviçe işli peçeteler, uçları fistolanmış havlular, çeyiz sandıkları arasında…
Hanımeli, yasemin ve leylâk kokulu yaz ikindileri gibi uzun kış gecelerinde de, ya çardağın altında ya hep o soldaki pencerenin içinde...
Mücellâ’nın dupduru ve çarpıcı hikâyesi.

Kitabın Analizi&Yorumum:

Mücella, çok muhterem yazarımız Sayın Nazan Bekiroğlu’nun okuduğum ikinci romanı oldu. Daha evvel de Nar Ağacı’nı okumuş ve bayılmıştım. Diğer kitaplarını da aldım ama henüz okuma fırsatım olmadı. Özellikle de Lâ’yı çok merak ediyorum.
Neyse şimdi kısa kesip kitaba gelelim. Kitabı okurken insanın kendine ait çok şeyler bulduğu kesin. Ben bile kendimle ilgili çok benzerlikler buldum. Gerçek bir yaşam hikâyesine dayanan eserde çok fazla devrik cümleler kullanılmış olsa da yalın bir dille yazılmış olması anlaşılmasını kolaylaştırıyor açıkçası. Cumhuriyet dönemi sonrasından başlayarak ta 70’li yıllara kadar olan ülkemizin yaşam biçimi ve muhafazakâr aile yaşantısı mükemmel bir şekilde anlatılmış. O kadar ki insan kendisini olayların tam içinde yaşıyor olarak hissediyor adeta. Mücella'nın hikâyesi samimi ve naif bir anlatımla buluşmuş, keyifle okunuyor.
Şimdi romanda yaşananları kısaca aktaralım:
Neyyire hanım henüz romanımızın kahramanı Mücella’ya hamileyken kocası Tevfik Efendi hakkın rahmetine kavuşur ve karısını 14 yaşındaki oğlu Fahir ile yapayalnız bırakır.
Bir müddet sonra Müzella doğar. Genç yaşta dul kalan Neyyire hanım çocuklarına hem analık, hem babalık yapar ve yıllar bu şekilde geçip gider. Evlilik çağı gelen Fahri Keriman adında bir kızla evlenir ve ailesiyle aynı evde yaşamaya devam ederler. Fakat bir müddet sonra gelin Keriman kaynanası Neyyire Hanım’la ters düşer, anlaşamazlar. Fahri’nin eli kolu bağlıdır. Ne yapsın o da çareyi İstanbul’a göçmekte bulur. Kocasını yıllar önce kaybeden zavallı Neyyire Hanım şimdi de oğlundan ayrı kalmıştır. Artık kızı Mücella ile iki kadın başlarına kalakalmışlardır. 70’li yılların Türkiye’sinde kız çocuğu yetiştirmenin güçlüğü içinde kalan Neyyire Hanım adeta kızının üzerine titremektedir. Neyse ki Mücella akıllı uysal kızdır da annesinin sözünden dışarı çıkmaz.
İlkokulu henüz bitiren Mücella annesinin endişeleri yüzünden ortaokula gönderilmez maalesef. Oysa dayısının kızı Filiz akşam sanat okuluna kaydını yaptırmıştır bile.
Yıllar çabucak akıp giderken Mücella’da Filiz’de hızla gelişip büyümüşler genç birer kız olmuşlardır. Hatta Filiz aşık olup sediği çocukla mektuplaşmaya bile başlamıştır. Mücella ise annesinin dizinin dibinde nakış, dikiş ve işleri yapmakla çeyiz hazırlamakla meşguldür.
Filiz ise okulu bitirmiş bir bankada işe bile başlamıştır. Çok sürmez mühendis Refik’le de izdivaç gerçekleştirir. Tüm bu süre zarfında İstanbul’daki abisi Fahir bir kez olsun gelip gitmemiştir. Bir müddet sonra Filiz’in iki tane kızı olur. Mücella bu iki kız çocuğuna da evde bakar. Bir nevi annelik yapar. Zaman gelip geçer ve Mücella’nın büyüttüğü Filiz’in iki kızı da evlenip gider. Oysa Mücella’nın hiçbir talibi çıkmamıştır o vakte kadar. Çünkü Evden dışarıya çıkamayan Mücella’yı gören bir tek erkek gözü yoktur.
Mücella otuzunu çoktan geçmiştir. Saçlarına ak düşen Mücella yaşlanan annesini artık dinlemez ve saçını boyatıp yüzüne allık sürer, yalnız başına sokağa çıkıp sinemaya gider. Ne var ki artık çok geçtir. Ayda bir saç boyamanın da çare olmadığını gören Mücella her şeye boş verir. Çeyizini de mahallede evlenen genç kızlara ve yoksullara dağıtır. Artık bir yuva kurma konusunda hiç ümidi kalmamıştır. Bir gün dışarıya çıkıp ta eve döndüğünde evlerinin önünde kalabalığın birikmiş olduğunu görür. Gelse ki ne gelsin annesi vefat etmiştir. Cenazeye abisi Fahir ve eşi de gelirler ve birkaç gün kaldıktan sonra geri dönerler. Artık Mücella hepten yalnızdır.
Kitabın son bölümünde ne olduğuna dair  yazmaya ne olduğunu anlatmaya dilim varmıyor doğrusu.

Babasız bir hayat süren, annesinin baskıları ile yetişen, evinden dışarıya çıkmadan ömrünü harcayan Mücella’nın hikâyesi yürek burkan cinsten. İnsan düşünüyor da kırsalda bu ve buna benzer ne Mücella’lar yaşıyor. Üzülüyor insan. Yazar Nazan Bekiroğlu o kadar güzel betimlemelerle ülkemizin gerçeklerini, elektriğin ilk gelişini, suyun mutfaklara ilk girişini vs. anlatmış ki. Söyleyecek söz bulamıyor insan. Okunası bir kitap olmuş. Okuduğun Nar Ağacı ile kıyas yapmak doğru olmaz ama farz edelim ki kıyas yaptık, Nar Ağacı derim. Ama bunu da severek ve beğenerek okudum.

Kitaptan birkaç altı çizilesi cümle:
- Pervin’in canı tatlı, reçel değil yeşil erik, turşu istemişti. Karnı düşük değil göğsü  
   hizasında, yüzünden yukarıydı ve alnını, yanaklarını çiller lekeler basmıştı.
   “Kızı olacak anne çirkinleşir” dedi Mutaves Hanım.
   (Şimdiki gibi bebek olmadan cihazlarla çocuğun cinsiyetini öğrenmek o zamanlarda
     mümkün değildi. Bu şekilde yapılan öngörüler de oldukça ilginç doğrusu)

- Tamam temiz intizamlı olmak gerekti elbet kız kısmı için, bunda bir kusur yoktu. 
   Ama ayna, yetmedi, pencere camı, mağaza vitrini, hiçbir fırsatı kaçırmayan kızlar  
   tehlikeli guruptandı.

- Bir kadının en büyük erdemi isminden az bahsedilmesiydi ona göre ve ismini korumak kız     kısmının en önemli vazifesiydi. Çünkü çenesi düşük erkek milleti için genç bir kızın adını       öğrenmek bile başlı başına bir olaydı.

15 Mayıs 2016 Pazar

Müzik: Céline Dion - Je sais pas

Kışın soğuk, sert ve ayaz günleri geride kaldı. Bahar mevsiminin en güzel ve son ayının son günlerini yaşadığımız şu günlerde büyüklerin dediği gibi kimi zaman güneşli ve sıcak, kimi zaman hafif rüzgarlı ve yağışlı olarak geçmekte. Doğada ve tüm insanların içinde bir uyanış bir kıpırdanış olduğu kesin. Bu benim için de böyle. Bir yanım durma hareket et, doğaya çık derken an geliyor içim kıpır kıpır, ama bir an da geliyor ki kabuğuma çekilip yalnız kalmak istiyorum.
İşte bu pazar gününde de ruh halim böyle. Bunda bilemiyorum ama sanırım kapalı gri havanın da büyük etkisi var. Ben de öyle yaptım. Kabuğuma çekilip ruhumu müzikle dinlendirmeye çalışıyorum.
Müziğin başarılı olduğu su götürmez bir gerçek doğrusu.