Sayfalar

22 Haziran 2016 Çarşamba

AĞACIN AĞIDI

Âlemlerin yaratıcısı yüce Rabbimiz insanoğlunu varlıklar içerisinde en üstünü olarak yarattığını Kuran-ı Kerim’de açıkça beyan etmiştir. Dünya üzerindeki sayısız nimetleri İnsanoğlunun hizmetine sunmuş, yeryüzünü cennet gibi süsleyen yeşil alanlar, ağaçlar ve ormanlar ve eşsiz tabiat varlıkları ile donatmıştır.


Bu sebepledir ki dinimiz, ağaç dikmeye ve dikilen ağaçları korumaya çok büyük önem vermiştir. Ağaç ve ağaç toplulukları bulunduğu yeri güzelleştirir. Topraklarımızın erozyona uğrayarak nehirler ve akarsular aracılığıyla denizlere akıp gitmesini engeller. Bununla da kalmayıp meydana gelebilecek bir deprem sarsıntısında ayrıca depremin yıkıcı etkisini azaltır.
Toplumumuz da yaş ağaç kesmek pek hoş karşılanmayan bir davranıştır.
Atalarımız da bu konuda bizlere “yaş kesen baş keser” gibi çok anlamlı bir söz bırakmıştır. Ben gündelik yaşamda atasözlerini kullanmayı bu yüzden çok severim. Çünkü yıllar, kuşaklar ve koşullar nasıl değişirse değişsin büyüklerimizin dile getirmiş olduğu bu sözler anlamından ve gerçekliğinden hiçbir şey kaybetmiyor.


Henüz daha ilkokul yıllarında iken hayat bilgisi kitabımızda “yurdumuzun %15’i ormanlık alandır” cümleyi okuduğumu dün gibi hatırlıyorum. Lakin o yıllardan bu vakte çok fazla ağaç dikimi yapıldığını söyleyemem. Ama her yaz çeşitli sebeplerle ormanlık bölgelerimizin tahrip ve yok olduğunu söyleyebilirim.
Bu vesiledir ki; ülkemizin orman alanının gün geçtikçe azaldığı hepimiz tarafından aşikârdır.
Bu nedenledir ki, ormanlarımızın ciddi tehdit altında olduğu sıcak yaz günlerinde, ağaç ve ormanlarımızı korumada daha hassas ve titiz davranmamız gerekir.
Güzel bir ağaçlık alanda piknik yaparak hoş vakit geçirdiğimiz alandan ayrılırken söndürmeyi unuttuğumuz da veya ihmalkârlık yaptığımızda sonucunun neler olabileceğini hepimiz biliyoruz. Oysa ki ormanlarımız, kimi zaman elimizdeki bir kalem, kimi zaman okuduğumuz bir kitap, kimi zaman da oturduğumuz bir sandalye olur. Tüm bunlara ilaveten meyvesinden ve gölgesinden de istifade ederiz.
Peygamber Efendimiz(s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde: “Kim bir ağaç dikerse, Allah Teâlâ o ağaçtan çıkacak meyve miktarınca o kimseye sevap yazar.” buyurmaktadır. Düşünsenize bizler sadece bir ağaç dikmekle ne kadar büyük bir sevap kazanıyoruz.


Yaşadığımız çevrede ağaç dikmek ve yeşil alanları korumak ne büyük önem arz etmekte arkadaşlar. Bir bilimsel makalede okumuştum: Bir çam ağacı 50 insanın tükettiği oksijeni üretiyor muş. Hal böyle iken insanların bulundukları çevreleri ağaçtan ve ormandan yoksun bırakmalarını, mevcut olan ağaç ve ormanları da kesip yok etmelerini anlamak ne mümkün.
Kısa bir süre önce canlı şahidi olduğum bir olay ise beni şoke etti açıkçası. Dün kısa bir süreliğine zorunlu olarak dışarıya çıktığımda, yol kenarında bu “turunç ağacı” ile karşılaştım. Şu zavallı ağacın haline bakın ALLAH aşkına. Kurusun diye kabuğu sözüm ona bir İNSAN (!) tarafından soyulmuş. Açık bir ifade ile ölüme terk edilmiş. Şimdi şu Haziran ayında 50 derecenin üzerindeki bu sıcakta o ZALİM insanın kafasını sokabileceği bir ağaç gölgesi aradığından eminim. ONU ALLAH’A HAVALE EDİYORUM…

Bu sebepledir ki; ağaç ve ormanı sevmeli, mevcut olanları korumalıyız. Hedefimiz ağaç kesmek değil; dikmek ve ormanları ülkemizde çoğaltmak olmalıdır.
Tüm bunları düşünürken aklıma çocukken öğrendiğim ağaçla ilgili güzel bir şiirin mısraları geldi:

Tohumlar fidana
Fidanlar ağaca
Ağaçlar ormana
Dönmeli yurdumda
...


SON SÖZ: AĞACI SEVELİM ONU KORUYALIM !!!

18 Haziran 2016 Cumartesi

Yine Olmadı


Yine olmadı, yine olmadı. Evet, maalesef yine olmadı. Ne kulüp takımları ne de milli takımlar düzeyinde çıktığımız onlarca müsabakada bir türlü başarılı olamıyor, son dakikada gol yeme alışkanlığımızı üzerimizden atamıyoruz. Bu hatayı bir türlü bertaraf edip insanlarımızı mutlu kılmayı beceremiyoruz. 
Hep son dakika da vahlar, tühlerle kahroluyoruz. Bu kaderimiz mi bilemiyorum. Altı yaşından bu yana
Spor müsabakalarını özellikle de futbol maçlarını takip ediyorum, 40’ını da aşkın yaşa geldim ama maalesef  90.dakikada gol yiyoruz. Örnek mi, yakın zamandan: Euro 2016 Eleme Grupları’nda A Grubu’nda yer alan millilerimizin 3 Eylül 2015'de Letonya ile oynadığı maç. Neydi kısaca hatırlayalım. Milli Takımımız Letonya'ya çarptı! Rakibi karşısında 77. dakikada Selçuk İnan'ın attığı golle öne geçen Ay Yıldızlılar 90+1'de yediği golle 3 puanı kaçırdı: 1-1

Maç kadrosunu da hatırlayalım.



Milli Takımımız maça Volkan Babacan, Ozan Tufan, Serdar Aziz, Hakan Balta, Caner Erkin, Selçuk İnan, Hakan Çalhanoğlu, Arda Turan, Gökhan Töre, Volkan Şen, Burak Yılmaz 11'iyle başladı.
Ee bu gece oynanan İspanya maçındaki kadromuzdan ne farkı var. Aynı oyuncular, aynı kadro, aynı hoca. Sonuç… Yine hüsran…

Olmuyor yazık, hem de ne yazık. Söyleyecek söz bulamıyorum.
Bunun üzerinde uzun süre düşünmedim açıkçası. Yaşamın içinde senin, benim, onun ya da bizim davranışlarımızı gözlemlediğimde sebebin ne olduğunu açıkça görebiliyorum doğrusu.
Bunun sebebi ne midir? Çok basit: Biz toplum olarak başta çok sabırsızız. Saman alevi gibi birden parlamayı, boş boş gürlemeyi iyi beceriyoruz. Düşünmeden davranıyoruz. Bencil ve kıskancız. Düşünmeden, sormadan, anlayıp dinlemeden hep karşımızdakine saldırıyoruz, saldırıyoruz, saldırıyoruz. Öfkeyle kalkıp sonra da zararla oturuyoruz. Hepimiz her şeyi biliyoruz. Nasihat vermeyi seviyor ama ders almayı beceremiyoruz. 

Oysaki atasözümüz “bin biliyorsan da bir bilene sor” demiyor mu? Hemen hemen tüm meslek dallarında işi hak edene, işin eğitimini almışa, erbabında değil, adam kayırmaca ile torpille hak etmeyenlere veriyoruz. Parası olan her türlü iş yerini açıp işletebiliyor.
Oysaki bir iş yeri açmanın birinci önceliği iş yeri açacak kişinin vasfı ve o mesleki eğitimi alıp almadığı birinci öncelikte olması gerekmiyor mu?  Çok basit bir misal vermek gerekirse: Yurt dışında eğitim gördüğüm okulda sınıfın en çalışkan öğrencilerinden bir arkadaşım (Udo) kasap olmak istiyordu. Düşünsenize sınıfın en başarılı öğrencilerinden bir tanesi kasap olmak istiyor. Bunu yapabilmek için Ortaokulu bitirdikten sonra 2 yıllık bir mesleki eğitim’i de bitirip diploma alması gerekiyor. Diplomayı alasıya kadar da eti, etin tüm türevlerini, kasaplık mesleğinin tüm inceliklerini öğrenmiş oluyor. Sonra ikinci aşama para ve devlet desteği ile Kasaphane açıyor ve iş yeri sahibi oluyor.

Şimdi soruyorum Size? Bizde hangi öğrenci kasap olmak ister? Hangi veli çocuğunun kasap olmasına razı gelir? Kasap olmak için okuyan eğitim alan birini gördünüz mü, duydunuz mu?
Azcık parası olan isterse kasap dükkânı açar, etten anlamıyorsa babayiğitçe birini tezgâhın başına koyar geleni kes yağlı tarafından, gidene ver bir kilo kıyma.
Şimdi diyeceksiniz ki tüm bunların sporla, futbolla ne alakası var? Var efendim, var.
Çünkü bizde hiçbir iş profesyoneller tarafından profesyonelce düşünülerek, profesyonelce eğitim alınarak yapılmıyor da ondan. Biz her türlü eğitimi diplomayı kılıfına uydurarak parayla alıyoruz.
Böyle olunca bu durum sporcularımıza da yansıyor. Onlarca trilyon paralar kazanan sporcularımız
Özel hayatlarına dikkat etmediklerinden, hep göstermelik antrenmanlar yaptıklarından, profesyonelce yaşayıp bunu mesleklerine yansıtamadıklarından durum ortada.

Hal böyle olunca da ahlar, vahlar kaçınılmaz. Sonuç tüh yine olmadı…
Düşünce yapımızı değiştirmedikçe, torpil illetinden kurtulmadıkça, profesyonelce mesleki eğitimler almadıkça, hak eden kişiyi hak ettiği işin başına getirmedikçe daha çooook olmaz efendim. Olmaz maalesef…