Yine olmadı, yine olmadı. Evet, maalesef yine olmadı. Ne
kulüp takımları ne de milli takımlar düzeyinde çıktığımız onlarca müsabakada
bir türlü başarılı olamıyor, son dakikada gol yeme alışkanlığımızı üzerimizden
atamıyoruz. Bu hatayı bir türlü bertaraf edip insanlarımızı mutlu kılmayı
beceremiyoruz.
Hep son dakika da vahlar, tühlerle kahroluyoruz. Bu
kaderimiz mi bilemiyorum. Altı yaşından bu yana
Spor müsabakalarını özellikle de futbol maçlarını takip
ediyorum, 40’ını da aşkın yaşa geldim ama maalesef 90.dakikada gol yiyoruz. Örnek mi, yakın
zamandan: Euro 2016 Eleme Grupları’nda A Grubu’nda yer alan millilerimizin 3
Eylül 2015'de Letonya ile oynadığı maç. Neydi kısaca hatırlayalım. Milli
Takımımız Letonya'ya çarptı! Rakibi karşısında 77. dakikada Selçuk İnan'ın
attığı golle öne geçen Ay Yıldızlılar 90+1'de yediği golle 3 puanı kaçırdı: 1-1
Maç kadrosunu da hatırlayalım.
Milli Takımımız maça Volkan Babacan, Ozan Tufan, Serdar
Aziz, Hakan Balta, Caner Erkin, Selçuk İnan, Hakan Çalhanoğlu, Arda Turan,
Gökhan Töre, Volkan Şen, Burak Yılmaz 11'iyle başladı.
Ee bu gece oynanan İspanya maçındaki kadromuzdan ne farkı
var. Aynı oyuncular, aynı kadro, aynı hoca. Sonuç… Yine hüsran…
Olmuyor yazık, hem de ne yazık. Söyleyecek söz
bulamıyorum.
Bunun üzerinde uzun süre düşünmedim açıkçası. Yaşamın
içinde senin, benim, onun ya da bizim davranışlarımızı gözlemlediğimde sebebin
ne olduğunu açıkça görebiliyorum doğrusu.
Bunun sebebi ne midir? Çok basit: Biz toplum olarak başta
çok sabırsızız. Saman alevi gibi birden parlamayı, boş boş gürlemeyi iyi
beceriyoruz. Düşünmeden davranıyoruz. Bencil ve kıskancız. Düşünmeden,
sormadan, anlayıp dinlemeden hep karşımızdakine saldırıyoruz, saldırıyoruz,
saldırıyoruz. Öfkeyle kalkıp sonra da zararla oturuyoruz. Hepimiz her şeyi
biliyoruz. Nasihat vermeyi seviyor ama ders almayı beceremiyoruz.
Oysaki atasözümüz “bin biliyorsan da bir bilene sor”
demiyor mu? Hemen hemen tüm meslek dallarında işi hak edene, işin eğitimini
almışa, erbabında değil, adam kayırmaca ile torpille hak etmeyenlere veriyoruz.
Parası olan her türlü iş yerini açıp işletebiliyor.
Oysaki bir iş yeri açmanın birinci önceliği iş yeri
açacak kişinin vasfı ve o mesleki eğitimi alıp almadığı birinci öncelikte
olması gerekmiyor mu? Çok basit bir
misal vermek gerekirse: Yurt dışında eğitim gördüğüm okulda sınıfın en çalışkan
öğrencilerinden bir arkadaşım (Udo) kasap olmak istiyordu. Düşünsenize
sınıfın en başarılı öğrencilerinden bir tanesi kasap olmak istiyor. Bunu
yapabilmek için Ortaokulu bitirdikten sonra 2 yıllık bir mesleki eğitim’i de
bitirip diploma alması gerekiyor. Diplomayı alasıya kadar da eti, etin tüm
türevlerini, kasaplık mesleğinin tüm inceliklerini öğrenmiş oluyor. Sonra
ikinci aşama para ve devlet desteği ile Kasaphane açıyor ve iş yeri sahibi
oluyor.
Şimdi soruyorum Size? Bizde hangi öğrenci kasap olmak
ister? Hangi veli çocuğunun kasap olmasına razı gelir? Kasap olmak için okuyan
eğitim alan birini gördünüz mü, duydunuz mu?
Azcık parası olan isterse kasap dükkânı açar, etten
anlamıyorsa babayiğitçe birini tezgâhın başına koyar geleni kes yağlı
tarafından, gidene ver bir kilo kıyma.
Şimdi diyeceksiniz ki tüm bunların sporla, futbolla ne
alakası var? Var efendim, var.
Çünkü bizde hiçbir iş profesyoneller tarafından
profesyonelce düşünülerek, profesyonelce eğitim alınarak yapılmıyor da ondan.
Biz her türlü eğitimi diplomayı kılıfına uydurarak parayla alıyoruz.
Böyle olunca bu durum sporcularımıza da yansıyor. Onlarca
trilyon paralar kazanan sporcularımız
Özel hayatlarına dikkat etmediklerinden, hep göstermelik
antrenmanlar yaptıklarından, profesyonelce yaşayıp bunu mesleklerine
yansıtamadıklarından durum ortada.
Hal böyle olunca da ahlar, vahlar kaçınılmaz. Sonuç tüh
yine olmadı…
Düşünce yapımızı değiştirmedikçe, torpil illetinden
kurtulmadıkça, profesyonelce mesleki eğitimler almadıkça, hak eden kişiyi hak
ettiği işin başına getirmedikçe daha çooook olmaz efendim. Olmaz maalesef…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder