Sayfalar

26 Temmuz 2016 Salı

Hayat


Bazen ulu bir ağacın gölgesinde gölgelenmektir HAYAT. Acılarını, dertlerini, yıllar yılı bildiklerini ve de görüp yaşadıklarını her bir dalında ve yaprağında hissedebilmektir. Köküne sarılıp özünü topraktan damıta damıta dallarına nasıl geçirdiğini ruhunda yaşamaktır belki de. Onun nefes alışını kendi ciğerlerinde fark ederek yaşamaktır HAYAT.

20 Temmuz 2016 Çarşamba

Kitap:Petey


Kitap Hakkında:

 Yazar:  Ben Mikaelsen
 Adı:  Petey
 Çevirmen: Aslı Anar
 Sayfa Sayısı: 269
Ebat: 14X20 cm

 Yayınevi: Beyaz Balina Yayınları

Yazar Hakkında:

Yazar hakkında fazla bir bilgi bulamasamda Wikipedia’da çevirebildiğim kadarıyla aşağıdaki bilgileri edinebildim.
Danimarak’lı bir misyoner’in oğlu olarak 1952 yılında Bolivya La Paz’da doğdu. Uzun bir müddet okula gönderilmedi. 13 yaşına geldiğinde ailesiyle birlikte Amerika’ya taşındı. Minnesota’da kendi kendine yüzme ve dalış öğrendi bunun yanı sıra uçuş dersleri aldı. Concordia Kolji’nde ve Bemidji Devlet Üniversite’nde öğrenim gördü.
2010 yılınada ölümüne kadar 26 yıl boyunca Buffy ismini verdiği 750 kiloluk bir Amerikan siyah ayıyı evinde besledi. 1984 yılından bu yana eşi Connie ile birlikte yaşamakta ve kitap yazmaya devam etmekte. Diğer eserleri ise Kırmızı Gece, Ağaç Kız, Berta ve Girolamo’dır.


Arka Kapaktan:

Sevgi, inanç ve dostluk üzerine sımsıcak bir hikâye…
Beyin felciyle doğup doktorların yanlış teşhisleri sonucu zihinsel engelli kabul edilen Petey, iki yaşındayken ailesi tarafından, akıl hastanesine gönderilmek üzere terk edilir. Ufacık yaşında terk edilse de hayata sımsıkı tutunur Petey. Ailesi ondan vazgeçmiştir belki ama o, hayattan vazgeçmez. Yeni evinde şartlar ne kadar ağır olursa olsun mutlu olmak için bir neden bulmakta hiç mi hiç zorlanmaz. Ve bu özelliğiyle etrafındaki herkesi kendine hayran bırakır.
Mevsimler değişir, yıllar geçer; Petey büyür, yaşlanır… Dostları istemeyerek de olsa onu birer birer terk eder. Petey de bir daha incinmemek için artık kimseyle arkadaşlık etmek istemez. Ta ki gönderildiği huzurevinde Trevor Ladd adındaki bir çocukla tanışana dek. Çok geçmeden ayrılmaz iki dost olan bu küçük çocuk ve yaşlı adamın birbirlerinden öğrenecekleri çok şey vardır.
(Tanıtım Bülteninden)


Kitabın Analizi & Yorumum:

Petey Bezay Balina Yayınları’ndan okuduğum ikinci kitap oluyor. Daha evvel “Kırık Çömlek Parçası” adlı kitabı okumuştum. Her ikisi de 8-9 yaş üstü çocuk kitapları sınıfına girse de ben 47 yaş :) olarak okudum kitabı. Bence kitabı herkes ama herkes okumalı. Her insanın alacağı dersler var.

 Beyaz Balina Yayınları’nın satış listesindeki eserleri her biri birbirinden değerli eğitici kitaplarla dolu doğrusu sırası gelmişken söylemek, hakkını vermek lazım diye düşünüyorum.

1920 yılında bir ailenin evinde büyük bir heyecan vardır. Zira bebekleri olacaktır. Doğum anı gelip çatar ve kadın bir erkek çocuk dünyaya getirir.
Kadın heyecan ve merak içerisinde bebeğini kucağına aldığında bacakları ve kolları çarpık çurpuk, bakışları garip, ağzında dili yamuk yumuk garip bir bebek görür.
Kadının tüm heyecanı bir anda yerini korku ve endişeye bırakır. Çiftimiz iki yıl boyunca Petey ismini verdikleri bebeklerini doktorlara götürürler, fakat konulan teşhis spastik özürlüdür.

Kader Petey’e acımasız bir oyun oynar, zira doktorlar kendisine yanlış teşhis koymuşlardır aslında. O beyin felçli bir bebek olarak doğmuştur.  Aslında her şeyi algılayabilen fakat konuşup hareketlerle tepki veremeyen birisidir.  Anne ve babası toplumun rahatsız bakışlarından bunalınca istemeyerek de olsa bebeklerini Warm Spring Akıl Hastanesi’ne bırakırlar.

 Hastanede Esteban isimli hastabakıcı Petey’le ilgilenirken onun spastik olmadığını, her şeyi algılayıp anladığını fark eder. Bu bilgisini başhemşireye söylediğinde sert bir tepkiyle karşılaşır ve hastaneden başka bir bahane öne sürülerek kovulur zavallı. Aslında asıl sebep gerçeği söylemesidir. Petey kaderine terk edilmiş bir vaziyette 12 yıl boyunca bu hastanenin çocuk bölümünde kaldıktan sonra yetişkinler bölümüne nakledilir. Burada genç Calvinle tanışır.

Calvin’le çok sıkı arkadaş olurlar. Birbirlerini çok iyi anlamaktadırlar. Seneler gelip geçse de hastane koğuşunda yaşama mahkum Petey’in yaşama sevincinden bir şey eksiltmez ve Petey periler kadar güzel bir melek kadar iyi kalpli hasta bakıcıyla arkadaş olur. Hatta bunda çekinecek bir şey yok Petey ona âşık olur. Sonra melek kalpli hastabakıcı da bir şekilde hastaneden ayrılmak zorunda kalır. Yerine gelen yaşlı hasta bakıcı kendisine alaka gösterir ve onunla da iyi arkadaş olur. Onun
Yaşlılıktan emekliye ayrılması sırdaşı Calvin’in de kısa müddet sonra başka bir kasabaya nakledilmesi ise kahramanımız için tam yıkım olur. Ailesi onu 2 yaşında terk etmiş, arkadaş olduğu tüm insanları ise istemeden tek tek kaybetmiştir. Artık bunalıma girmiştir, hiç kimseyle arkadaş olmak istememektedir.


Çok geçmeden Petey’de başka bir şehirde bulunan huzur evine nakledilir. Elli yaşını geçmiş olan Petey’i bu huzur evinde neyin beklediğini ise ancak Allah bilir…
Evet gerçek yaşamdan alınmış olan hikaye böyle sürüp gidiyor. Sürüp gidiyor derken hikâyenin sonu harbiden sürprizlere, duygu seline gebe…

Yazar iyi bir iş çıkartmış diyebilirim. Bunu yetişkinler için yazmış olsaydı belki de acıyı, duygusallığı, Petey’in genç ve güzel hasta bakıcıya beslediği aşkı çok farklı kelimelerle daha yoğun bir biçimde aktarırdı diye düşünüyorum. Oysaki yazar bunu çocukları düşünerek yazdığı için kitabı yetişkinler okurken kitapla ilgili eksik anlatım ve verilemeyen, ifade edilemeyen bir şeyler olduğunu düşünebilir. Ama ben yazarla hemfikirim.


Kitabın sonlarındaki bölümde ise alenen ağladım. Kendimi sıktım, dayanmaya çalıştım ama kalbim tekledi ve nihayet verdim coşkuyu arkadaş :) ne yani erkek olabilirim ama bende insanım. Petey bu kadar acıya nasıl göğüs gerebildi hayret… Şaştım kaldım doğrusu… Azim, yaşama sevinci ve ibretlik derslerle dolu bir kitabı bitirmenin burukluğunu hala içimde gitgellerle yaşıyorum.
Söyleyecek başka söz bulamıyorum. Kitaptan birkaç söz her şeyi ifade ediyor diye düşünüyorum. ALIN OKUYUN…
  
“Öyle görünüyor ki insanlar dostlarını kaybedince var olma nedenlerini kaybediyor.”

“Hepimiz doğduğumuz andan itibaren ölüyoruz. Yaşamak, o yüzden bu kadar önemli.”

12 Temmuz 2016 Salı

Mutsuz İnsan


Bir zamanlar Dünya denen bir gezegen vardı. Bu güzeller güzeli, muhteşem gezegende insanlar büyük aileler halinde hep birlikte yaşıyorlardı. Büyük aile içerisinde söz sahibi bir büyük liderlik ederdi aileye. Büyükler büyüklüğünü bilir, küçükleri şefkatle her türlü kötülüğe karşı korur, gözetir ve sevgiyle kucaklarlardı. Küçükler de küçüklüğünü bilir, büyüklerine karşı saygıda kusur etmez, el üstünde tutulurlardı. Büyük aile içerisinde her şeyi yoktu belki bu insanların, ama mutlu ve huzurluydu o vakit insanlar yaşadıkları bu yerde.


Zaman içerisinde çekirdek aileye bölündü insan. Nihayetinde her şeye sahip olan ve atomun parçacıkları gibi parçalanan insanlar, kendi zihinlerinde güvenlik duvarları ördü. Kabuğuna çekildi. Fark etmeden, kabuğuna kini, nefreti, kıskançlığı ve egoistliği taşıdı. İnsanın özünü yiyip bitiren bu virüsler an be an onu insanlıktan uzaklaştırdı. Görünümde her şey süperdi, yolundaydı sanki. Fakat her geçen gün birbirleriyle konuşmaz, konuşsalar da anlamaz olmuşlardı birbirlerini.  Başları hep önlerinde, içi boş birer kabuğa dönüştüler yaşadıkları zaman içinde.


Nihayetinde olmaması gereken oldu ve mavi gezegeni kısa sürede hiç kimseyi beğenmeyen, lakin herkesin beğenisini (likes) bekleyen, arzulayan mutsuz ve gözü aç insancıklar istila etti. Oysa insancıklar şimdi her şeye sahip fakat bir o kadar da mutsuzdu. Ne yapsa mutlu olamıyor, huzur bulamıyordu. Bu sefer de bilmediği bir şeyle karşılaştığında her zaman yaptığını yaptı. Çok sıklıkla kullandığı, bilgileri depolayan ve kendilerinin ortaya çıkardı Google denen arama motoruna başvurdu. Ama nafile. Gündelik yaşamda sorduğu her soruya cevap bulabildiği bu motor (!) hata (error) veriyordu bu soru karşısında. Evet, en çok güvendiği (!) Google da kendisini yarı yolda bırakmıştı. Huzura ulaşmanın cevabını o da bilmiyordu.


Çaresizdi insancıklar. Sonunda çoğu zaman yaptığı gibi yine: "aman boş ver, dünya yıkıldı da altında mı kaldım" dedi kendince kaçamak bir çözümle. Evet, doğru, dünya henüz yıkılmamıştı ama kendi iç dünyası, insanın özü son sinyallerini veriyordu.

Öyle ki; kaybolduğu bu lâbirentin içinde özünü yiyip bitiren virüslerden kendini kurtaramadığı müddetçe, huzura ve mutluluğa giden çıkış yolunu daha uzun bir süre arayıp duracaktı...  :((
Çözüm yolunu tüm insancıkların istek, gayret, azim ve arzularıyla kendi öz benliklerinde bulmalarını ve tekrardan insan olmanın erdemine ulaşmalarını umut ediyorum...

- Yaşar Saldık 07.07.2016 -