Sayfalar

23 Temmuz 2017 Pazar

Kitap: Kuklacı Çocuk



Kitap Hakkında:
Kitabın Adı: Kuklacı Çocuk
Yazar: Eva Weaver
Çevirmen: Belgin Selen Haktanır
Yayınevi: Koridor Yayıncılık
Sayfa Sayısı : 381
İlk Baskı Yılı : 2014

Yazar Hakkında:
Hakkında çok fazla bilgi olmasa da
Yazar Eva Weaver Almanya'da doğmuştur. Uzun yıllar İngiltere'de yaşamış travma ve sanat terapisti olarak çalışmıştır. Daha sonra ilk romanı Kuklacı Çocuk ile ününü Avrupa’da duyurmuştur.

Arka Kapaktan:
Palto dikildiğinde on iki yaşındaydım. Terzimiz ve çok sevgili arkadaşımız Nathan, bu paltoyu 1938 senesinde, Mart ayının ilk haftasında büyük babam için dikti. Şehrimizin özgürlüğünü yaşadığı son haftaydı, bizim de. Hayatın en zor anında bile bir umut vardır. Ve bazen bu umut, küçük bir çocuğun yüreğine en yakın yerde hayatı selamlamayı bekleyen bir kuklanın verdiği umuttur. 
Büyükbabası Varşova gettosunda hayatını yitirdiğinde Mika'ya kalan yalnızca onun muhteşem paltosu değildi, aynı zamanda içi sırlarla dolu bir hazine de onun olmuştu. Mika, babasını kaybeden hasta kuzenini, daracık bir odada yaşamaya mahkum edilmiş komşularını eğlendirirken, kendini kukla gösterilerinin ortasında buluverir. O artık bütün gettonun yüzünü güldürmeyi başarabilen, aşık olduğunda yüreği kelebek gibi kanat çırpan kuklacı çocuktur. Ancak bu güzel tablo, bir Alman askerinin karşısına dikilmesi ve onu gizli bir hayatın içine çekmesiyle yerle bir olur. 
Yüreğinize dokunacak, sizi alıp uzaklara götürecek ve döndüğünüzde asla eskisi gibi hissetmeyeceksiniz. Savaşın acımasız yüzüne rağmen küçük mutlulukların aslında ne kadar büyük ve değerli olduğunu anlamanızı sağlayacak bir eser. 
(Tanıtım Bülteninden)

 Kitabın Analizi & Yorumum:

Eser, Mika adındaki kahramanımızın yaşlılık haliyle başlıyor. Mika 9-10 yaşlarından itibaren kızı Hannah’ın çocuğuna yani torununa anlatmaya başlıyor Varşova’nın gettosundaki yaşam hikâyesine.  Okuyucuda ilk baştan itibaren adım adım yaşamaya, olacakları ve olup bitenleri sayfa sayfa okumaya başlıyor. Zaman 2.Dünya Savaşı başlangıcı ve yılları.
Mika Varşova’nın Yahudi semtindeki yaşamlarını anlatıyor. 
Almanların Polonya’yı işgal etmeye başladıklarını ve Varşova’da Yahudi gettosundaki işgalin ve Alman askerlerinin postal seslerini duyuyoruz kitabın ilk sayfalarından itibaren. Sonrasında Mika'nın, büyük babasının o büyülü paltosunun yeni sahibi olmasıyla hareketleniyor kitap. Zira artık sıra dışı karakterler dâhil oluyor Mika’nın ve ailesinin hayatlarına: 
Elbette ki kitabın ana karakterlerinden sayabileceğimiz Kuklalar!
İlk başlarda sadece vakit geçirecek birer oyuncak olan kuklalar, sonrasında birer oyuncak olmaktan çıkıyor ve gettodaki zorlu yaşama umut oluyor. O kadar acının ki; burada anlatarak içinizi dağlamak istemiyorum, ızdırabın içinde gettodaki insanların yaşamına birer umut ışığı oluyor.
Lakin Mika’nın yaşamına bir gün ansızın Max denen Alman bir asker giriyor ve her şey daha da beter bir hal alıyor. Ama Max savaş bittiğinde bile Mika'yı hatırlayan belki de tek kişi.
Mika’nın ve Max’in yani savaş mağduru ile işgalcinin yaşadıkları acı hayat mücadelesini okuyoruz. Bunlar elbette ki sıradan hayat mücadeleleri değil.
Yaşamla ölüm arasında gidip gelinen ve yaşamın pamuk ipliğine bağlı olduğu zamanlar.
Kitabı okuyacak olanların okuma keyfini kaçırmamak için kitabın içeriğine fazla girmeden kısaca bir eseri özetlemeye çalıştım.

Şimdi gelelim kitapla ilgili şahsi düşüncelerime:
Alman Asılı yazar Eva Weaver üzerinde çok fazla kitabın yazıldığı bildik bir hikâyeyi yani 2.Dünya Savaşı yıllarını ele alan bir eser yazıyor. Eserde Polonya Yahudilerinden bir ailenin başından geçenleri, savaşın acımasızlığını, Yahudilere yapılan adaletsizliği elinden geldiğince tüm çıplaklığıyla anlatmaya gayret göstermiş. Bu konuda yazılmış daha dehşet verici kitaplar okuduğum için çok fazla etkilendim diyemem. Beni asıl etkileyem Alman asker Max’in Sibirya’daki askeri kamptan kaçarak memleketi Almanya’ya ulaşana kadar yaşadıkları, çektiği acılar ve savaştan duyduğu pişmanlıklardı.
Yazar konuyu sade ve anlaşılır bir dille okuyucuya aktarırken onu hem sıkmamayı hem de olayların içinde tutmayı çoğunlukla başarıyor. Dönem dönem bazı bölümlerinde sıkılmadım dersem de yalan olmaz.
Politik olarak konuya bakmayı pek sevmesem de bir iki söz söylemeden de geçemeyeceğim. Bu kadar acı çekmiş milletlerin hala kendilerinin başka milletlere kendi yaşadıklarının kat be kat fazlasını uygulamaları da akıllara zarar bir davranış olsa gerek. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Ne ekersen onu biçersin.
Kitabın okunması konusuna gelince: Albenisi yüksek bir kapak tasarımı ve arka kapak içeriği.  Ama beklentime cevap vermeyen, beni içine çekemeyen, açıkçası çok tatmin etmeyen bir eser. Benim için sıradandı.

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Kitap: Badem Ağacı


Kitap Hakkında:
Yazarı: Michelle Cohen CORASANTI
Çevirmen :İrem Sağlamer
Sayfa Sayısı: 384
Baskı Yılı: 2015
Yayınevi: Pegasus
Fiyatı:28 TL

Puanım: 80

Hayatı:
1966 yılında Amerika’da doğan Corasanti Yahudi asıllı Amerikalıdır. On altı yaşına geldiğinde ailesi onu İbranice öğrenmesi, Yahudi kültürünü tanıması ve dini eğitim alması için İsrail'e gönderir. İsrail’de yedi yıl kalır. Bu süre içerisinde Kudüs İbrani Üniversitesi’nde yüksek öğrenim görür.
Bununla yetinmeyip, Amerika’ya döndüğünde ve Harvard Üniversitesi'nde hukuk fakültesine girer ve buradan insan hakları hukuku konusunda eğitimli bir avukat olarak mezun olur. Yahudi asıllı Amerikalı olarak Fransa, İspanya, Mısır, İngiltere’de de yaşayan Coasanti halen ailesi ile birlikte New York'ta hayatını sürdürmektedir. Badem Ağacı onun ilk romanıdır.

Bir nefeslik umut, masum bir çığlık ve acılara rağmen uçurumun kenarına sıkıca tutunan küçücük eller…

Ahmed Hamit, keskin zekâsıyla etrafındaki herkesi kendine hayran bırakan sekiz yaşında bir çocuktur. Fakat Filistin'in işgal altındaki topraklarında yaşayan ailesini ve sevdiklerini kurtarmak için elinden hiçbir şey gelmez. Üstelik her şeylerini kaybetme korkusuyla geçip giden günler umutlarını biraz daha söndürmektedir. Ve Ahmed on ikinci yaşına bastığında kâbuslar gerçeğe dönüşür. Babası tutuklanır, evleri yerle bir edilir ve kardeşleri çatışmaların körüklediği nefrete yenik düşer. Fakir ve yok olmaya mahkûm ailesini kurtarmak için Ahmed'in yapabileceği tek şey ise zekâsını kullandığı ilham verici bir hayat yolculuğuna çıkmaktır. Bu yolda, şiddetin ve kaybın o acımasız hissi hüküm sürecek, küçücük bir umut ışığı bile çöldeki bir su damlası kadar değerli olacaktır… Badem Ağacı dünyanın önyargılarla tanıdığı, akıl almaz acılarla yaşayan Filistin halkının cesaret ve inanç dolu öyküsünü tüm gerçekliğiyle haykırıyor. 

"İlk sayfasıyla sizi yakalayan ve kimseyi suçlamadan yüreğinizi Filistinliler için çarptıran bir hikâye. Politik çekişmeler barış getirmiyor, mucizeyi bir roman yaratıyor." 
-Huffington Post-

"Nefessiz kaldım. Gözyaşlarımı tutamayacak kadar etkilendim." 
-Esotericphoenix.wordpress.com-

"Herkesin okuması gereken bir hikâye. Sizi en başından etkisi altına alacak." 
-Wanda's Reviews-

"Harikulade ve etkili… İnsan olmanın gerçekten ne olduğuna dair gerçekçi ve bütünlüklü bir kurgu. Eğer İsrail ve Filistin arasında bir barış olacaksa bu ancak böyle romanlar sayesinde gerçekleşecek… Bu kitap, okuyanlarının kalbinde ve ruhunda uzun süre yankılanacak… Bazı kitaplar insanları derinlemesine etkiler, işte Badem Ağacı da onlardan biri." 
-Les Edgerton-

"Yeryüzündeki tüm insanların kalbine dokunabilecek bir kitap." 

-The Author's Blog-
"İnandırıcılığı çok yüksek bir roman. Karakterler çok iyi işlenmiş ve her şey bir film gibi gözlerimin önünde canlanıyor… Fedakârlık, mücadele, acı, işkence ve zorlukların çok dokunaklı bir hikâyesi." -Metro Reader- 

Badem Ağacı ilk sayfasından size içine çekiyor ve bir daha da bırakmıyor. Bu, hayal bile edilemeyecek bir trajedinin ortasındaki azim ve umudun çok güzel anlatılmış heyecanlı bir hikâyesi." 
-Honey Lemon Tea Blog-

"Uzun zamandır hiçbir kitap beni Badem Ağacı kadar etkilemedi ve gözyaşlarımı akıtmadı." 
-E-book Review-
(Tanıtım Bülteninden)
Kitabın Analizi & Yorum:

Yıllar yıllar önce ilkokul birinci sınıfta okuyordum ve bir bayram tatiline denk gelmişti. Annem bu tatilde kardeşlerimle birlikte hepimizi dayımın yanına götürmeye karar verdi. Dayım Çukurova’nın verimli ovalarının bir köyünde ilkokul öğretmeniydi. Velhasıl köy minibüsüne binip şehre geldik. Buradan da dayımın kaldığı köye giden minibüse binerek köye ulaşmıştık. Yaklaşık iki saatlik bir yolculuğun ardından nihayet okulun önünde araçtan indik. Zira dayım okulun lojmanında eşi ve küçük kuzenimle yaşıyordu. Lojman okulun hemen arkasındaki geniş bir bahçenin içerisindeydi. Hoş beş, el öpmeler, hasret gidermelerden sonra çocukluk işte sıkıldım ve bahçeye çıktım. Etrafı incelemeye koyuldum. Bahçedeki otlar boyumcaydı. Her yerde kır çiçekleri açmıştı. Bahçenin tam ortasındaki büyük ve gösterişli bir ağaç dikkatimden kaçmadı. Hızla ağaca doğru koşmaya başladım.

Ağacın altına geldim ve ağacı aşağıdan yukarıya doğru inceledim. Bugüne kadar hiç görmediğim güzel bir ağaçtı ve üzerinde ilk defa gördüğüm meyveler vardı. Merakımın önüne daha fazla geçemedim ve bir çırpıda ağaca tırmandım.


Dallarda asılı duran yemyeşil oval meyvelerin en irisinden bir tane koparıp yemeye başladım. Tadı fena değildi. Tazecikti. Hoşuma gitti. Birkaç tane yedikten sonra sağ ve sol ceplerimi ilk kez gördüğüm bu meyveyle doldurup ağaçtan inip hızla dayıma, eve koşturdum. Cebimdeki meyveleri çıkarıp önlerine koydum.  Dayım ve yengem çok şaşırdılar. Bunu nereden buldun diye sordular. Ben de bahçedeki kocaman ağaçtan topladığımı söyledim. Şaşkınlıkları bir kat daha arttı. Zira hemen yanı başlarında yıllardır duran bu badem ağacını şimdiye kadar neden hiç fark etmedikleri konusunda kendi kendilerine sitem ettiler. İşte o zaman bu meyvenin badem olduğunu öğrenmiştim.
 Bunun okuduğum kitapla ne ilgisi var diye kafalara bir soru gelebilir. “Badem Ağacı” adlı kitabı kitapçı rafında gördüğüm anda zihnimde bir şimşek çakmış ve beni ta geçmişe götürmüştü. Böyle bir kitabı alıp okumadan edemezdim. En azından geçmişin hatırına ki; bir de işin içinde bir de ağaç olunca işte bu kitap okunur dedim kendi kendime.
Şimdi gelelim şu güzel kapaklı kitaba.

Öncelikle kitabın kısa bir özetini yazmayacağım. Sebebi de kitabın her satırıyla okunması gerektiği. Romanımızın kahramanı Filistinli Ahmed Hamid’in çocukluluğundan başlayıp ta yaşlılık dönemine değin geçen zaman diliminde Filistin halkının acı, ızdırap, açlık, sefalet, cesaret ve inanç dolu öyküsünü tüm gerçekliği ile başından sonuna kadar anlatıyor. Bu kitabı okurken dünya üzerinde halen savaş içerisinde olan ülkeleri düşünmeden de edemedim. Onların hayatta kalmak için ne kadar özveri ve direnç gösterdiklerini şimdi daha iyi anlıyorum. Onlar için hayatta kalmak gerçekten çok zor. Yüce Mevla’m kimseyi ülkesinden, evinden, ailesinden ayırmasın.
Yazarın başkahramanı  Ahmet Hamid henüz daha 8 yaşındayken yaşadıkları ev İsrailli askerler tarafından yıkılır ve karşı çıkan babası tutuklanır. 14 yıl hapse mahkûm edilir.
Artık kalabalık ailesine bakabilecek evin en büyüğü 8 yaşındaki Ahmed’tir.
Kitabı okudukça zavallı çocuk Ahmed’in nasıl büyük bir adam olduğunu yürek burkularak içinde yaşıyor insan.

Okuma esnasında Filistin halkının 1960’lardan itibaren kendi topraklarında verdiği var olma mücadelesine tanık olurken, ayrıca bir babanın oğlu ve ailesi için ne büyük acılara katlanabileceği, küçük yaşta büyük sorumluluklar almak zorunda kalan çocukları, cefakâr anneleri ve fedakâr babaları görüp duygu seline kapılıyor insan.
Kitap, okuyanı derinden etkilerken, karakterlerin ve olay kurgusunun bir ahenk içinde ele alındığı dikkatlerden kaçmıyor. Okuyucu adeta bir dram filmi izliyormuşçasına hikâyenin içine çekiliyor. Her ne kadar insan havsalasının alamayacağı boyutta acıyla yoğrulmuş olsa da kitap, sonunun en azından güzel bittiğini dayanamayıp söyleyeceğim.
Belki de nasıl olur, nasıl güzel bir sonla bitebilir diyenler olacak ve merak edip alacaklardır.
Yazarın kısmen kendisini de kitabın içerisine koyduğunu tahmin ediyorum. Akıcı ve anlaşılır dili yanı sıra Filistin ve Arap yaşam ve kültürü konusunda da fikir sahibi oluyor insan.
Yalnız kitabın bazı bölümlerinde yazarın ideolojik bazı fikirlerini dolaylı da olsa okuyucuya empoze etmeye kalkışmış olması, kitabın en büyük kusuruydu bence. Yine de okunabilecek bir kitap diye düşünüyorum.