Kitap Hakkında:
Kitabın Adı: Kuklacı Çocuk
Yazar: Eva Weaver
Çevirmen: Belgin Selen Haktanır
Yayınevi: Koridor Yayıncılık
Sayfa Sayısı : 381
İlk Baskı Yılı : 2014
Yazar Hakkında:
Hakkında çok fazla bilgi olmasa da
Yazar Eva Weaver Almanya'da doğmuştur. Uzun yıllar
İngiltere'de yaşamış travma ve sanat terapisti olarak çalışmıştır. Daha sonra
ilk romanı Kuklacı Çocuk ile ününü Avrupa’da duyurmuştur.
Arka Kapaktan:
Palto dikildiğinde on iki yaşındaydım. Terzimiz ve çok
sevgili arkadaşımız Nathan, bu paltoyu 1938 senesinde, Mart ayının ilk haftasında
büyük babam için dikti. Şehrimizin özgürlüğünü yaşadığı son haftaydı, bizim de. Hayatın en zor anında bile bir umut vardır. Ve bazen bu
umut, küçük bir çocuğun yüreğine en yakın yerde hayatı selamlamayı bekleyen bir
kuklanın verdiği umuttur.
Büyükbabası Varşova gettosunda hayatını yitirdiğinde
Mika'ya kalan yalnızca onun muhteşem paltosu değildi, aynı zamanda içi sırlarla
dolu bir hazine de onun olmuştu. Mika, babasını kaybeden hasta kuzenini,
daracık bir odada yaşamaya mahkum edilmiş komşularını eğlendirirken, kendini
kukla gösterilerinin ortasında buluverir. O artık bütün gettonun yüzünü
güldürmeyi başarabilen, aşık olduğunda yüreği kelebek gibi kanat çırpan kuklacı
çocuktur. Ancak bu güzel tablo, bir Alman askerinin karşısına dikilmesi ve onu
gizli bir hayatın içine çekmesiyle yerle bir olur.
Yüreğinize dokunacak, sizi alıp uzaklara götürecek ve
döndüğünüzde asla eskisi gibi hissetmeyeceksiniz. Savaşın acımasız yüzüne
rağmen küçük mutlulukların aslında ne kadar büyük ve değerli olduğunu anlamanızı
sağlayacak bir eser.
(Tanıtım Bülteninden)
Eser, Mika adındaki kahramanımızın yaşlılık haliyle
başlıyor. Mika 9-10 yaşlarından itibaren kızı Hannah’ın çocuğuna yani torununa
anlatmaya başlıyor Varşova’nın gettosundaki yaşam hikâyesine. Okuyucuda ilk baştan itibaren adım adım
yaşamaya, olacakları ve olup bitenleri sayfa sayfa okumaya başlıyor. Zaman
2.Dünya Savaşı başlangıcı ve yılları.
Mika Varşova’nın Yahudi semtindeki yaşamlarını anlatıyor.
Almanların Polonya’yı işgal etmeye başladıklarını ve Varşova’da Yahudi gettosundaki işgalin ve Alman askerlerinin postal seslerini duyuyoruz kitabın ilk sayfalarından itibaren. Sonrasında Mika'nın, büyük babasının o büyülü paltosunun yeni sahibi olmasıyla hareketleniyor kitap. Zira artık sıra dışı karakterler dâhil oluyor Mika’nın ve ailesinin hayatlarına:
Elbette ki kitabın ana karakterlerinden sayabileceğimiz Kuklalar!
Almanların Polonya’yı işgal etmeye başladıklarını ve Varşova’da Yahudi gettosundaki işgalin ve Alman askerlerinin postal seslerini duyuyoruz kitabın ilk sayfalarından itibaren. Sonrasında Mika'nın, büyük babasının o büyülü paltosunun yeni sahibi olmasıyla hareketleniyor kitap. Zira artık sıra dışı karakterler dâhil oluyor Mika’nın ve ailesinin hayatlarına:
Elbette ki kitabın ana karakterlerinden sayabileceğimiz Kuklalar!
İlk başlarda sadece vakit geçirecek birer oyuncak olan
kuklalar, sonrasında birer oyuncak olmaktan çıkıyor ve gettodaki zorlu yaşama
umut oluyor. O kadar acının ki; burada anlatarak içinizi dağlamak istemiyorum,
ızdırabın içinde gettodaki insanların yaşamına birer umut ışığı oluyor.
Lakin Mika’nın yaşamına bir gün ansızın Max denen Alman
bir asker giriyor ve her şey daha da beter bir hal alıyor. Ama Max savaş
bittiğinde bile Mika'yı hatırlayan belki de tek kişi.
Mika’nın ve Max’in yani savaş mağduru ile işgalcinin
yaşadıkları acı hayat mücadelesini okuyoruz. Bunlar elbette ki sıradan hayat
mücadeleleri değil.
Yaşamla ölüm arasında gidip gelinen ve yaşamın pamuk
ipliğine bağlı olduğu zamanlar.
Kitabı okuyacak olanların okuma keyfini kaçırmamak için
kitabın içeriğine fazla girmeden kısaca bir eseri özetlemeye çalıştım.
Şimdi gelelim kitapla
ilgili şahsi düşüncelerime:
Alman Asılı yazar Eva Weaver üzerinde çok fazla kitabın
yazıldığı bildik bir hikâyeyi yani 2.Dünya Savaşı yıllarını ele alan bir eser
yazıyor. Eserde Polonya Yahudilerinden bir ailenin başından geçenleri, savaşın
acımasızlığını, Yahudilere yapılan adaletsizliği elinden geldiğince tüm
çıplaklığıyla anlatmaya gayret göstermiş. Bu konuda yazılmış daha dehşet verici
kitaplar okuduğum için çok fazla etkilendim diyemem. Beni asıl etkileyem Alman
asker Max’in Sibirya’daki askeri kamptan kaçarak memleketi Almanya’ya ulaşana
kadar yaşadıkları, çektiği acılar ve savaştan duyduğu pişmanlıklardı.
Yazar konuyu sade ve anlaşılır bir dille okuyucuya
aktarırken onu hem sıkmamayı hem de olayların içinde tutmayı çoğunlukla
başarıyor. Dönem dönem bazı bölümlerinde sıkılmadım dersem de yalan olmaz.
Politik olarak konuya bakmayı pek sevmesem de bir iki söz
söylemeden de geçemeyeceğim. Bu kadar acı çekmiş milletlerin hala kendilerinin
başka milletlere kendi yaşadıklarının kat be kat fazlasını uygulamaları da
akıllara zarar bir davranış olsa gerek. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Ne
ekersen onu biçersin.
Kitabın okunması konusuna gelince: Albenisi yüksek bir
kapak tasarımı ve arka kapak içeriği.
Ama beklentime cevap vermeyen, beni içine çekemeyen, açıkçası çok tatmin
etmeyen bir eser. Benim için sıradandı.