Murat
eşine allahaısmarladık bile demeden sinirli bir şekilde kapıdan çıktı ve arabasına
bindi. Arabayı çalıştırdı, ana caddede yol almaya başladı. Oysa her sabah evden
çıkmadan yatağında uyuyan dört yaşındaki güzeller güzeli kızının alnına bir
buse kondurur işe öyle giderdi. Şimdiyse sinirinden bunu bile yapmamıştı.
Hâlbuki kalktığında eşine kahvaltıda yumurtayı rafadan istediğini sahanda
istemediğini söylemişti. Ama bilmiyordu ki eşi kendisini yanlış anlamış
istemeyerek sahanda yumurta yapmıştı. Olsun ne fark ederdi ki, o öyle istemişti
işte. Ayrıca akşamki olayda da kendisi haklı değil miydi?
Aslına
bakılırsa akşamki tartışma sudan sebeple çıkmış ve incir çekirdeğini
doldurmayacak bir şeydi. Kendisi konuyu uzattıkça uzatmış, eşiyse alçak gönüllülük
göstererek olayı daha fazla uzatmamak için susmuştu.
Murat
her zaman böyle agresif değildi, ama son dönemde işinde yaşadığı sorunlar ve
yoğunluk onu biraz yormuştu. Zihni yorgun olduğunda da yapısı itibari ile
olumlu davranışlar gösteremiyordu. Belgin de bunu bildiği için alttan alıyordu.
Yalnız
Murat haklı çıkmış olmak için hala kendini kandırmaya devam ediyor içindeki
vesveseyi durduramıyor; sen haklısın evin reisi değil misin, senin dediğin
yapılmayacak ta kiminki yapılacak, diyerek bu küçücük olayı zihninden atmasını
engelliyor, onu rahat bırakmıyordu.
Şehir
trafiği de sabahın bu saatinde amma hareketliydi. Komşu ildeki sekiz on bayii
ziyaret edecekti. Otoyola bir çıksa gerisi kolaydı. Şehir çıkışındaki son kavşağa
geldiğinde kırmızı ışığa yakalanmıştı. Dikkatini toplayamadığı için yaya
geçidinin tam ortasında ancak durabilmişti. Tüm yaşananları unutup şu an
itibariyle işine odaklanması gerekiyordu. Önünde bir hayli yol ve iş vardı. Geçen
46 saniye sonrasında yeşil ışık yandığında gaz pedalına yüklendi ve nihayet
şehir içi trafikten çıkmayı başarmıştı.
İşlerini
mümkün olduğunca kısa sürede bitirmek, karanlığa ve akşam trafiğine takılmadan
eve dönmek istiyordu. Geçen seferki gibi iş görüşmesi sonrasında çayını
yudumlarken kendisi gibi fanatik bayii çalışanlarıyla futbol konuşup, bu konuda
gereksiz polemiğe girerek zaman harcamak ve çene çalmak istemiyordu.
Radyoda
bir müzik kanalını açtı. Görüşmeye başlamadan önce üzerindeki sinirlilik halini
atmak istiyordu. Off off her hafta yapılan bu bayii görüşmelerinden bıkmış,
usanmıştı. Adamlar hep daha fazla sorunla karşısına çıkıyor, hep daha fazla
taviz bekliyorlardı. Zihnini esir alan siniri müzik sayesinde üzerinden atmıştı.
Allah'tan
otoyolda gidiş yönünde trafik beklediğinden de akıcıydı. Bir buçuk saatte şehre
girmişti. Kafasında görüşme yapacağı bayilerin konumunun bir krokisini
canlandırarak bir ziyaret güzergâhı çizdi.
Öğleye
kadar ancak üç tane bayii ziyaret edebilmişti. Kendisini daha fazla
zorlayamadı. Sabahtan da kahvaltı yapmadan evden çıktığı için midesi kazınmış
ve çok acıkmıştı. Yalnız bu sefer bir değişiklik yapıp her hafta yemek yediği
restoranda gitmek yerine değişik yerde farklı bir şey yemek istiyordu. Sahil
şeridindeki restoranların olduğu caddeye girip canı nerede dur derse orada
durup yiyecekti. Selimbaba isimli restoranın önünde park etti. Restoranın ismi
hoşuna gitmişti.
Restoran amma da kalabalıktı. Şöyle cam kenarında bir masaya oturup denize karşı balık
yemek istiyordu. Cam kenarındaki tüm masaların dolu olduğunu fark etti. İnsanların
hepsinin balık mı yiyesi tuttu kardeşim diye söylenerek direk dibinde boş bir
masaya oturdu. Cam kenarına ferah ferah oturmayı tercih ederdi. Yapacak bir şey
yok bugün şanssızım işte diye düşündü.
Ne
alırsınız efendim diyen garsona, kelebek açılmış, iyi pişirilmiş ızgara levrek
ve şöyle güzel bir karışık mevsim salata ve içecek olarak sadece su dedi. Şöyle
balığın yanında bir kadeh içmeyi yeğlerdim ama henüz hem mesaim bitmedi hem de
eve dönüş yolum var uygun olmaz diye düşündü. Yemeğin
gelmesini beklerken de bir çocuk gibi masadaki çatalla, bıçakla, tuzlukla
oynayıp dururken görevli
garson masaya salatayı getirdi.
Çok acıkmıştı. Daha fazla dayanamayacaktı.
Salatanın üzerine biraz limon sıkıp çatalla atıştırmaya başladı. Bir gün Belgin’le
kızımı da getirsem birlikte şöyle karşılıklı bir yemek yesek onlar içinde iyi
bir değişiklik olur diye düşündü.
Restorana
girdiğinden bu yana çalan klasik Türk müziği ne olduysa kesilmiş, bir anda
Candan Erçetin’in söylediği “yalan” çalıyordu. Nedensiz, bir anda sözlerini kendisi
de mırıldanmaya başladı.
Geri
döndüren gördün mü geçmişi
Boşa
soldurdun o nazlı gençliği
Bir
avuç toprak için yor kendini
Dünyada
ölümden başkası yalan
Yalan
başkası yalan
…
Biraz evvel çok güzel bir hava varken şimdi aniden
havanın kapatmaya başladığını karşı camdan görünce, sanırım yağış geliyor dedi.
Basık ortamları ve kapalı havayı hiç sevmezdi.
Oturduğu yerin direk dibi, kuytu
bir köşede olması yetmezmiş gibi bir de hava kapatmıştı. Ruhu sıkılmış, içi
daralmıştı. Sol göğsünün üzerinde hafiften bir ağrı hissetti.
Az önce bir kurt
kadar açken, şimdi iştahı da bir anda gitmişti.
Bu
düşünceler içinde git-geller yaşarken balığı masaya servis yapan garsonun başka
bir arzunuz var mı efendim sesiyle kendine geldi. Yok kardeşim, bir şey istemez,
diyerek garsonu gönderdi. Biraz önce iştahla masaya oturmuşken, şimdi içindeki
sıkıntıdan dolayı yemeğini zorlayarak yiyordu.
Tam
bu esnada, girişte oturmayı düşündüğü cam kenarındaki masada ailesiyle oturan
adamın arkasından geçmekte olan garsonun koluna ayağa kalkan başka bir müşteri
çarptı. Çarpmanın etkisiyle servis tepsisindeki çorba kâsesi adamın omzundan
aşağıya döküldü. Zavallının üstü başı batmış ufak çaplı bir kargaşa yaşanmıştı.
Tüm bu olanları izlerken bardaktaki çayından son bir yudum aldı ve ödemesini
yaptıktan sonra oradan ayrıldı.
Koşuşturmaca
içinde geçen bayii ziyaretlerinin hepsini bitirdiğinde ancak saatin
hesapladığından da geç olduğunu fark etti. Çiseleyen yağmurun ve tempolu geçen
ziyaretlerden kaynaklanan terlemenin bir sonucu olarak sırtı da ıslanmıştı.
Araca
bindi, emniyet kemerini taktı ve dönüş
yoluna düştü. Sabahtan beri nedir benim bu başıma gelenler diyerek kendi
kendine söyleniyordu. Kızgındı, yorgundu ve içinden bir türlü atamadığı sıkıntı
bunaltıyordu adeta.
Planı
yine tutmamış akşam trafiğine yakalanmıştı. Uzun bir süre yol aldıktan sonra
otoyol gişe çıkışında yoğun bir araç kuyruğu olduğunu fark etti. Bunun gişedeki
ödemelerden kaynaklandığını düşünüyordu. Yapacak bir şey yoktu. Ama gişelere yaklaştıkça
polis aracı ve ambulans ışıklarını gördü. Merakı iyice artmıştı. Acaba ne
olmuştu.
Sonunda
tam ambulansın hizasına geldiğinde bir aracın çelik bariyerlere girdiğini
görebildi.
Aracın
hemen yanı başından geçerken yerde üzeri gazete ile örtülmüş iki cansız bedenin
yattığını ve bunların başında da deliler gibi can havliyle çırpınan ve alnından
yaralı bir adam gördü. Bir an dehşetle
irkildi. Işığın yansıması neticesinde kısa bir an da olsa adamın yüzünü
görmüştü. Bu öğleyin yemek yediği restoranda, cam kenarındaki masada ailesiyle oturan
ve üzerine çorba dökülen adamın ta kendisiydi. Allah kahretsin yerdekiler de
adamcağızın eşi ve çocuğu olmalıydı.
Trafik
polisinin devam et işaretiyle ilerlemek zorunda kaldı. Gişelerden geçti ve
rahatlayan yolda hızla yol aldı. Ama aklı kaza yerinde kalmıştı.
Yaşadığı
şehre planladığından geçte olsa dönmüştü. Başı zonkluyordu. Sabah kırmızı ışığa yakalandığı kavşağa
geldiğinde yine kırmızı yanmıştı. Bir anda içi titredi ve irkildi. Bismillah
dedi.
İşte
o anda iç sesine kulak verdi: restoranda
cam kenarına oturmuş olsaydın keyifle vermiş olduğun balığın yanında belki de
bir kadeh içecektin ve belki de senin üzerine çorba dökülecek, bu nedenle berbat
kıyafetle ziyaretleri gerçekleştiremeyecektin. Dolayısıyla yarın bu ziyaretler
için tekrar bu kadar yolu çekecektin. Ayrıca belki de alkol aldığın için kazayı
geçiren o adam değil de sen olacaktın. İç muhakemesi bittiğinde kendini biraz
rahatlamış hissetti. Bu esnada 46 saniyelik süre geçmiş olacak ki yeşil ışık
yanmıştı.
Evine geldiğinde aracı park eden Murat, pencereden
ışığın yanık olduğunu görünce mutlu olmuştu. Çünkü eşi uyumamış onu beklemişti.
Hava açmış, bir cırcır böceğinin sesi gecenin sessizliğini bozuyordu. Hemen
duvardaki zili çaldı, içeriden kapıya yaklaşmakta olan eşinin ayak seslerini
duyuyordu. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Eşinin gözlerinin içine baktı,
kucaklayıp sıkıca sarıldı. Sonra yanağına bir buse kondurdu. Gözleri nemlenmiş evinde
olmanın verdiği güvenle içine bir anda huzur dolmuştu. Hızlı adımlarla kızının
odasına gitti.
O
bir melek gibi uyuyordu. Eğildi önce bukle bukle saçlarını kokladı ve alnına kocaman
bir öpücük kondurdu. Odadan çıkamadı, birkaç dakika öyle ayakta kızının başında
kala kaldı. Bugün yaşadığı ve yaşamadığı olaylar için yüce Rab'bine şükretti.
Yemekte
iyi ki de alkol almamışım dedi ve o an bir daha kesinlikle bir tek kadeh dahi
olsa alkol almayacağına kendi kendine söz verdi. Üzerinden büyük bir yükün
kalktığını, bir kuş kadar hafiflediğini hissetti. Huzurun kendi içinde olduğunu
ancak o zaman anladı. Sessizce odadan ayrılırken gün boyunca başından geçenleri
unutmuş yarına umutla bakıyordu.