Kitap Hakkında:
Adı: Puslu
Kıtalar Atlası
Yazar: İhsan
Oktay Anar
Sayfa
Sayısı: 238
Boyut: 14
x 19 cm
Yayınevi: İletişim
Yayınları
Basım
Tarihi: İstanbul, 2012
Kâğıt
Türü: 3.Hamur
Satış
Ücreti: 19 TL
Puanım: %90
Ne
Buldum: Sürprizlerle dolu, heyecan verici
Yazar
Hakkında: İhsan Oktay ANAR
Tatar
kökenli bir ailenin çocuğu olan yazar 21 Kasım 1960’ta Yozgat’ta doğdu.
İlk
ve ortaokulu İzmir'de okudu. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe
Bölümü’nden mezun olduktan sonra, aynı üniversitede “Sokrates öncesi felsefede
varlık sorunu” başlıklı teziyle yüksek lisans; “Antik Yunan felsefesinde zaman
kavramı” başlıklı teziyle doktorasını verdi. 2011 yılında emekli olasıya kadar
Ege Üniversitesi’nde felsefe tarihi dalında öğretim üyeliği görevini yürüttü.
Türk
edebiyatının son yıllarda yetiştirdiği en büyük isimlerden biri olan yazar
ayrıca Edebiyatçılar Derneği ve PEN Yazarlar Derneği üyesidir. İlk hikâyesi
'Kâfirler İçin Apologya' 1985 yılında Mor Köpük dergisinde çıktı.
Her
bir kitabının çok uzun araştırmalardan sonra yazıldığı içerdikleri ağır tarihi
bilgi ile göze çarpar. Eserleri pek çok küçük hikâye etrafında örülmüş büyük
bir roman biçimindedir. 1992 yılında kaleme aldığı ve 1995 yılında yayımlanan
Puslu Kıtalar Atlası kendisinin ilk romanı olmakla birlikte 20′den fazla dile
çevrilmiş ve Kültür Bakanlığı tarafından tanıtılmıştır.
Bunu
sırasıyla Kitab-ül Hiyel: Eski Zaman Mucitlerinin İnanılmaz Hayat Öyküleri
(1996),
Efrasiyab'ın
Hikâyeleri (1998) , Amat (2005), Suskunlar(2007), Yedinci Gün (2012),
Galiz
Kahraman (2014) adlı romanları takip etmiştir.
2009
yılında, Can Yayınları kurucusu yazar Erdal Öz’ün anısını yaşatmak amacıyla
ailesi ve yayınevi tarafından verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş
olan yazarın ayrıca Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri adlı yapıtı 476 Oyuncuları isimli
Türk Tiyatro Topluluğu tarafından İngiltere'de sahnelenmiştir.
Şimdi
de kitap arka kapakta nasıl tanıtılmış ona bir göz atalım...
Arka Kapaktan:
“17.
yüzyılda Konstantiniye’de yaşayan, düş gücü zengin bir ihtiyar, kendini kuşatan
dünyayı düşler. Kendi iç dünyasına doğru yolculuklara çıkan bu haritacı,
düşlerinde gerçekliği arar ve düşlerinden devşirdiklerini Puslu Kıtalar Atlası
adlı bir kitaba döker ve kitabını, savaşa gitmek üzere olan oğluna emanet eder.
İhtiyarın oğlu, tuhaf bir siyah sikke bulduktan sonra inanılmaz bir serüvene
sürüklenecek ve sonunda Puslu Kıtalar Atlası’nı okumaya başladığında, başından
geçenlerin tümünün bu kitapta anlatılmış olduğunu görecektir”
Bunu
sırasıyla Kitab-ül Hiyel: Eski Zaman Mucitlerinin İnanılmaz Hayat Öyküleri
(1996),
Efrasiyab'ın
Hikâyeleri (1998) , Amat (2005), Suskunlar(2007), Yedinci Gün (2012),
Galiz
Kahraman (2014) adlı romanları takip etmiştir.
2009
yılında, Can Yayınları kurucusu yazar Erdal Öz’ün anısını yaşatmak amacıyla
ailesi ve yayınevi tarafından verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş
olan yazarın ayrıca Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri adlı yapıtı 476 Oyuncuları isimli
Türk Tiyatro Topluluğu tarafından İngiltere'de sahnelenmiştir.
Kitabın Analizi &
Yorumum:
Uzun
süredir yazarın bir kitabını okumak istiyordum. Kısmet Puslu Kıtalar
Atlası’naymış. Hiçbir zaman birileri bir
kitabı okuyor, şu kitap gündemden hiç düşmüyor diye kitap okumam. Ne zaman ki o
kitabı canım çekerse, kitapla aramda bir elektrik oluşursa o zaman alıp okurum.
Diyebilirsiniz
ki; madem öyle düşünüyorsun diğer insanlara neden okuduğun kitaplardan
bazılarını öneriyorsun. Olabilir. Benim tarzım bu. Beğendiğim kitapları gerçek
kitap dostlarına tavsiye ederim. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ben de
kendini bana çektiren aramda sıcaklık hissettiğim kitapları okuyorum. Böyle
seviyorum. Yazarın yeni çıkan ve daha çok gündemde olan Galiz Kahraman adlı
kitabı yerine Puslu Kıtalar Atlası beni kendine çekti ve okudum.
Puslu
Kıtalar Atlası yazarın ilk kitabı olmasına rağmen kesinlikle ilk eser
sırıtmasının tek bir zerresini bile göremediğim harikulade bir eser.
Türk
roman tarihine yeni bir heyecan ve renk katmış olduğu şüphe götürmez bir gerçek
doğrusu. Ya felsefeyi daha anlaşılır ve okunur yaptığına ne demeli ve hatta gerçek
kişilerle olayları ve karakterleri ilişkilendirip tarihi bir romanı masal
tadında okunası, lezzet alınası yapmasının yanı sıra roman heyecanında ve
atraksiyonunda sunmuş olması nasıl yorumlanmalı? Hatta romanın tüm anlatımı
boyunca Osmanlıca ile Türkçeyi harmanlaması… Evet, tüm bunlardan şunu
çıkartıyorum ki; yazar hem Türkçeye hem Osmanlıcaya, yani dile hâkim. Bu
hâkimiyet ve bilgi donanımı kendisini tarih konusunda da gösteriyor. Yazma ve
yazdıklarını okutma konusunda da ustalığını konuşturduğunu söylersem hakkının
vermiş olurum.
Olaylar
1681 yılının İstanbul’unda geçiyor. Eserde o kadar çok karakter olmasına rağmen
okurken bunların birbirleriyle olan bağlantılarının çok güzel yapılmış olması
kafa karışıklığına meydan vermiyor. Eser ilk başlarda sıkıcı gibi gelse de o
masalsı anlatım hiç farkında olmadan insanı içine alıp hapsediyor.
Eserin
uzun uzadıya özetini anlatarak kitabı okuyacak olacakların zevkini kaçırmak
istemiyorum. Ama bir iki cümleyle giriş yaparak heyecanı yükseltmeyi de
severim.
Oğlu
Bünyamin ile yaşayan Uzun İhsan Efendi hep dünyayı dolaşarak haritasını
çıkarmak istemektedir. Ama buna da imkânı yoktur. O da bir çeşit uyku şurubu
içerek rüyasında dünyayı dolaşmayı ve gördüklerini de haritaya dökmeye başlar.
Bu arada eline ünlü düşünür Réne Descartes’in bir kitabı geçer. Kitaptan
“Düşünüyorum, öyleyse varım”
diye
bir cümleyi okuyunca kafasını buna yormaya başlar. Bir gece rüyasında aynaya
baktığında kendi yansıması yerine oğlunu karşısında görür.
Bu
arada oğlu Bünyamin ise babasının çalışmadığı halde nasıl olup ta geçimlerin
temin ettiğini ve farklı davranışlar sergilemesinin sebebini zihninde
sorgulamaya başlar. Bu bilgiye ulaşabilmek için de babasının olmadığı bir
zamanda babasının içtiği uyku şurubundan içer. Gel gelelim şurubu fazla kaçırır
ve uyanamaz…
Buraya
kadar her şey biraz mantıksız biraz saçma geliyor olabilir ama asıl hikâye
zaten buradan itibaren başlıyor ve olaylar tam bir fantastik hal alıyor. Burada kesiyorum; merak eden varsa okusun :)
Kitaptan alıntılar:
Ulema,
cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve er bab-ı livata rivayet ve
ilan, hikâyet ve beyan etmişlerdir ki kun-ı Kâinattan 7 0 7 9 yıl, İsa
Mesih'ten 1 6 8 1 ve Hicretten dahi
1 0 9 2 yıl sonra, adına Kostantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı.
"Ey
kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg'u göre mesen de bari küçük bir serçeyi
gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri,
kuşları,
çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha
hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy.
Her
bilgiden şüphe eden Rendekâr, şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da
kendisinin var olduğu sonucunu çıkarıyordu.
"Bu
dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü
öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha
leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder