Sayfalar

11 Nisan 2014 Cuma

Puslu Kıtalar Atlası

Kitap Hakkında:

Adı: Puslu Kıtalar Atlası
Yazar: İhsan Oktay Anar
Sayfa Sayısı: 238
Boyut: 14 x 19 cm 
Yayınevi: İletişim Yayınları
Basım Tarihi: İstanbul, 2012
Kâğıt Türü: 3.Hamur  
Satış Ücreti: 19 TL
Puanım: %90

Ne Buldum: Sürprizlerle dolu, heyecan verici

Yazar Hakkında: İhsan Oktay ANAR

Tatar kökenli bir ailenin çocuğu olan yazar 21 Kasım 1960’ta Yozgat’ta doğdu.
İlk ve ortaokulu İzmir'de okudu. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun olduktan sonra, aynı üniversitede “Sokrates öncesi felsefede varlık sorunu” başlıklı teziyle yüksek lisans; “Antik Yunan felsefesinde zaman kavramı” başlıklı teziyle doktorasını verdi. 2011 yılında emekli olasıya kadar Ege Üniversitesi’nde felsefe tarihi dalında öğretim üyeliği görevini yürüttü.
Türk edebiyatının son yıllarda yetiştirdiği en büyük isimlerden biri olan yazar ayrıca Edebiyatçılar Derneği ve PEN Yazarlar Derneği üyesidir. İlk hikâyesi 'Kâfirler İçin Apologya' 1985 yılında Mor Köpük dergisinde çıktı. 
Her bir kitabının çok uzun araştırmalardan sonra yazıldığı içerdikleri ağır tarihi bilgi ile göze çarpar. Eserleri pek çok küçük hikâye etrafında örülmüş büyük bir roman biçimindedir. 1992 yılında kaleme aldığı ve 1995 yılında yayımlanan Puslu Kıtalar Atlası kendisinin ilk romanı olmakla birlikte 20′den fazla dile çevrilmiş ve Kültür Bakanlığı tarafından tanıtılmıştır.

Bunu sırasıyla Kitab-ül Hiyel: Eski Zaman Mucitlerinin İnanılmaz Hayat Öyküleri (1996),
Efrasiyab'ın Hikâyeleri (1998) , Amat (2005), Suskunlar(2007), Yedinci Gün (2012),
Galiz Kahraman (2014) adlı romanları takip etmiştir. 
2009 yılında, Can Yayınları kurucusu yazar Erdal Öz’ün anısını yaşatmak amacıyla ailesi ve yayınevi tarafından verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş olan yazarın ayrıca Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri adlı yapıtı 476 Oyuncuları isimli Türk Tiyatro Topluluğu tarafından İngiltere'de sahnelenmiştir.


Şimdi de kitap arka kapakta nasıl tanıtılmış ona bir göz atalım...

Arka Kapaktan: 
“17. yüzyılda Konstantiniye’de yaşayan, düş gücü zengin bir ihtiyar, kendini kuşatan dünyayı düşler. Kendi iç dünyasına doğru yolculuklara çıkan bu haritacı, düşlerinde gerçekliği arar ve düşlerinden devşirdiklerini Puslu Kıtalar Atlası adlı bir kitaba döker ve kitabını, savaşa gitmek üzere olan oğluna emanet eder. İhtiyarın oğlu, tuhaf bir siyah sikke bulduktan sonra inanılmaz bir serüvene sürüklenecek ve sonunda Puslu Kıtalar Atlası’nı okumaya başladığında, başından geçenlerin tümünün bu kitapta anlatılmış olduğunu görecektir”
Bunu sırasıyla Kitab-ül Hiyel: Eski Zaman Mucitlerinin İnanılmaz Hayat Öyküleri (1996),

Efrasiyab'ın Hikâyeleri (1998) , Amat (2005), Suskunlar(2007), Yedinci Gün (2012),
Galiz Kahraman (2014) adlı romanları takip etmiştir.
2009 yılında, Can Yayınları kurucusu yazar Erdal Öz’ün anısını yaşatmak amacıyla ailesi ve yayınevi tarafından verilen Erdal Öz Edebiyat Ödülü’ne layık görülmüş olan yazarın ayrıca Efrâsiyâb'ın Hikâyeleri adlı yapıtı 476 Oyuncuları isimli Türk Tiyatro Topluluğu tarafından İngiltere'de sahnelenmiştir.

Kitabın Analizi & Yorumum:

Uzun süredir yazarın bir kitabını okumak istiyordum. Kısmet Puslu Kıtalar Atlası’naymış.  Hiçbir zaman birileri bir kitabı okuyor, şu kitap gündemden hiç düşmüyor diye kitap okumam. Ne zaman ki o kitabı canım çekerse, kitapla aramda bir elektrik oluşursa o zaman alıp okurum.
Diyebilirsiniz ki; madem öyle düşünüyorsun diğer insanlara neden okuduğun kitaplardan bazılarını öneriyorsun. Olabilir. Benim tarzım bu. Beğendiğim kitapları gerçek kitap dostlarına tavsiye ederim. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ben de kendini bana çektiren aramda sıcaklık hissettiğim kitapları okuyorum. Böyle seviyorum. Yazarın yeni çıkan ve daha çok gündemde olan Galiz Kahraman adlı kitabı yerine Puslu Kıtalar Atlası beni kendine çekti ve okudum.

Puslu Kıtalar Atlası yazarın ilk kitabı olmasına rağmen kesinlikle ilk eser sırıtmasının tek bir zerresini bile göremediğim harikulade bir eser.
Türk roman tarihine yeni bir heyecan ve renk katmış olduğu şüphe götürmez bir gerçek doğrusu. Ya felsefeyi daha anlaşılır ve okunur yaptığına ne demeli ve hatta gerçek kişilerle olayları ve karakterleri ilişkilendirip tarihi bir romanı masal tadında okunası, lezzet alınası yapmasının yanı sıra roman heyecanında ve atraksiyonunda sunmuş olması nasıl yorumlanmalı? Hatta romanın tüm anlatımı boyunca Osmanlıca ile Türkçeyi harmanlaması… Evet, tüm bunlardan şunu çıkartıyorum ki; yazar hem Türkçeye hem Osmanlıcaya, yani dile hâkim. Bu hâkimiyet ve bilgi donanımı kendisini tarih konusunda da gösteriyor. Yazma ve yazdıklarını okutma konusunda da ustalığını konuşturduğunu söylersem hakkının vermiş olurum.

 Olaylar 1681 yılının İstanbul’unda geçiyor. Eserde o kadar çok karakter olmasına rağmen okurken bunların birbirleriyle olan bağlantılarının çok güzel yapılmış olması kafa karışıklığına meydan vermiyor. Eser ilk başlarda sıkıcı gibi gelse de o masalsı anlatım hiç farkında olmadan insanı içine alıp hapsediyor.

Eserin uzun uzadıya özetini anlatarak kitabı okuyacak olacakların zevkini kaçırmak istemiyorum. Ama bir iki cümleyle giriş yaparak heyecanı yükseltmeyi de severim.
Oğlu Bünyamin ile yaşayan Uzun İhsan Efendi hep dünyayı dolaşarak haritasını çıkarmak istemektedir. Ama buna da imkânı yoktur. O da bir çeşit uyku şurubu içerek rüyasında dünyayı dolaşmayı ve gördüklerini de haritaya dökmeye başlar. Bu arada eline ünlü düşünür Réne Descartes’in bir kitabı geçer. Kitaptan “Düşünüyorum, öyleyse varım”
diye bir cümleyi okuyunca kafasını buna yormaya başlar. Bir gece rüyasında aynaya baktığında kendi yansıması yerine oğlunu karşısında görür.
Bu arada oğlu Bünyamin ise babasının çalışmadığı halde nasıl olup ta geçimlerin temin ettiğini ve farklı davranışlar sergilemesinin sebebini zihninde sorgulamaya başlar. Bu bilgiye ulaşabilmek için de babasının olmadığı bir zamanda babasının içtiği uyku şurubundan içer. Gel gelelim şurubu fazla kaçırır ve uyanamaz…

Buraya kadar her şey biraz mantıksız biraz saçma geliyor olabilir ama asıl hikâye zaten buradan itibaren başlıyor ve olaylar tam bir fantastik hal alıyor.  Burada kesiyorum; merak eden varsa okusun :)
Kitaptan alıntılar:

Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve er bab-ı livata rivayet ve ilan, hikâyet ve beyan etmişlerdir ki kun-ı Kâinattan 7 0 7 9 yıl, İsa Mesih'ten 1 6 8 1 ve Hicretten dahi 1 0 9 2 yıl sonra, adına Kostantiniye derler tarrakası meşhur bir kent vardı.

"Ey kör! Aç gözünü de düşlerden uyan. Simurg'u göre mesen de bari küçük bir serçeyi gör. Kaf Dağına varamasan bile hiç olmazsa evinden çıkıp kırlara açıl; böcekleri, kuşları, çiçekleri ve tepeleri seyret. Bırak dünyanın haritasını yapmayı! Daha hayattayken bir taşı bir taşın üstüne koy.

Her bilgiden şüphe eden Rendekâr, şüphe ettiğinden şüphe edemiyor ve bundan da kendisinin var olduğu sonucunu çıkarıyordu. 

 "Bu dünyada insanların korktuğu tek şey öğrenmekti. Acıyı, susuzluğu, açlığı ve üzüntüyü öğrenmek onların uykularını kaçırıyor, bu yüzden daha rahat döşeklere, daha leziz yemeklere ve daha neşeli dostlara sığınıyorlardı..." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder