Sayfalar

21 Nisan 2014 Pazartesi

içimizdeki huzuru ararken

Murat eşine allahaısmarladık bile demeden sinirli bir şekilde kapıdan çıktı ve arabasına bindi. Arabayı çalıştırdı, ana caddede yol almaya başladı. Oysa her sabah evden çıkmadan yatağında uyuyan dört yaşındaki güzeller güzeli kızının alnına bir buse kondurur işe öyle giderdi. Şimdiyse sinirinden bunu bile yapmamıştı. Hâlbuki kalktığında eşine kahvaltıda yumurtayı rafadan istediğini sahanda istemediğini söylemişti. Ama bilmiyordu ki eşi kendisini yanlış anlamış istemeyerek sahanda yumurta yapmıştı. Olsun ne fark ederdi ki, o öyle istemişti işte. Ayrıca akşamki olayda da kendisi haklı değil miydi? 
Aslına bakılırsa akşamki tartışma sudan sebeple çıkmış ve incir çekirdeğini doldurmayacak bir şeydi. Kendisi konuyu uzattıkça uzatmış, eşiyse alçak gönüllülük göstererek olayı daha fazla uzatmamak için susmuştu.

Murat her zaman böyle agresif değildi, ama son dönemde işinde yaşadığı sorunlar ve yoğunluk onu biraz yormuştu. Zihni yorgun olduğunda da yapısı itibari ile olumlu davranışlar gösteremiyordu. Belgin de bunu bildiği için alttan alıyordu.

Yalnız Murat haklı çıkmış olmak için hala kendini kandırmaya devam ediyor içindeki vesveseyi durduramıyor; sen haklısın evin reisi değil misin, senin dediğin yapılmayacak ta kiminki yapılacak, diyerek bu küçücük olayı zihninden atmasını engelliyor, onu rahat bırakmıyordu. 

Şehir trafiği de sabahın bu saatinde amma hareketliydi. Komşu ildeki sekiz on bayii ziyaret edecekti. Otoyola bir çıksa gerisi kolaydı. Şehir çıkışındaki son kavşağa geldiğinde kırmızı ışığa yakalanmıştı. Dikkatini toplayamadığı için yaya geçidinin tam ortasında ancak durabilmişti. Tüm yaşananları unutup şu an itibariyle işine odaklanması gerekiyordu. Önünde bir hayli yol ve iş vardı. Geçen 46 saniye sonrasında yeşil ışık yandığında gaz pedalına yüklendi ve nihayet şehir içi trafikten çıkmayı başarmıştı.

İşlerini mümkün olduğunca kısa sürede bitirmek, karanlığa ve akşam trafiğine takılmadan eve dönmek istiyordu. Geçen seferki gibi iş görüşmesi sonrasında çayını yudumlarken kendisi gibi fanatik bayii çalışanlarıyla futbol konuşup, bu konuda gereksiz polemiğe girerek zaman harcamak ve çene çalmak istemiyordu. 
Radyoda bir müzik kanalını açtı. Görüşmeye başlamadan önce üzerindeki sinirlilik halini atmak istiyordu. Off off her hafta yapılan bu bayii görüşmelerinden bıkmış, usanmıştı. Adamlar hep daha fazla sorunla karşısına çıkıyor, hep daha fazla taviz bekliyorlardı. Zihnini esir alan siniri müzik sayesinde üzerinden atmıştı.

Allah'tan otoyolda gidiş yönünde trafik beklediğinden de akıcıydı. Bir buçuk saatte şehre girmişti. Kafasında görüşme yapacağı bayilerin konumunun bir krokisini canlandırarak bir ziyaret güzergâhı çizdi.
Öğleye kadar ancak üç tane bayii ziyaret edebilmişti. Kendisini daha fazla zorlayamadı. Sabahtan da kahvaltı yapmadan evden çıktığı için midesi kazınmış ve çok acıkmıştı. Yalnız bu sefer bir değişiklik yapıp her hafta yemek yediği restoranda gitmek yerine değişik yerde farklı bir şey yemek istiyordu. Sahil şeridindeki restoranların olduğu caddeye girip canı nerede dur derse orada durup yiyecekti. Selimbaba isimli restoranın önünde park etti. Restoranın ismi hoşuna gitmişti.

Restoran amma da kalabalıktı. Şöyle cam kenarında bir masaya oturup denize karşı balık yemek istiyordu. Cam kenarındaki tüm masaların dolu olduğunu fark etti. İnsanların hepsinin balık mı yiyesi tuttu kardeşim diye söylenerek direk dibinde boş bir masaya oturdu. Cam kenarına ferah ferah oturmayı tercih ederdi. Yapacak bir şey yok bugün şanssızım işte diye düşündü.
Ne alırsınız efendim diyen garsona, kelebek açılmış, iyi pişirilmiş ızgara levrek ve şöyle güzel bir karışık mevsim salata ve içecek olarak sadece su dedi. Şöyle balığın yanında bir kadeh içmeyi yeğlerdim ama henüz hem mesaim bitmedi hem de eve dönüş yolum var uygun olmaz diye düşündü. Yemeğin gelmesini beklerken de bir çocuk gibi masadaki çatalla, bıçakla, tuzlukla oynayıp dururken görevli garson masaya salatayı getirdi. 

Çok acıkmıştı. Daha fazla dayanamayacaktı. Salatanın üzerine biraz limon sıkıp çatalla atıştırmaya başladı. Bir gün Belgin’le kızımı da getirsem birlikte şöyle karşılıklı bir yemek yesek onlar içinde iyi bir değişiklik olur diye düşündü.

Restorana girdiğinden bu yana çalan klasik Türk müziği ne olduysa kesilmiş, bir anda Candan Erçetin’in söylediği “yalan” çalıyordu. Nedensiz, bir anda sözlerini kendisi de mırıldanmaya başladı.  

Geri döndüren gördün mü geçmişi
Boşa soldurdun o nazlı gençliği
Bir avuç toprak için yor kendini
Dünyada ölümden başkası yalan
Yalan başkası yalan
Biraz evvel çok güzel bir hava varken şimdi aniden havanın kapatmaya başladığını karşı camdan görünce, sanırım yağış geliyor dedi. Basık ortamları ve kapalı havayı hiç sevmezdi. 

Oturduğu yerin direk dibi, kuytu bir köşede olması yetmezmiş gibi bir de hava kapatmıştı. Ruhu sıkılmış, içi daralmıştı. Sol göğsünün üzerinde hafiften bir ağrı hissetti. 
Az önce bir kurt kadar açken, şimdi iştahı da bir anda gitmişti.

Bu düşünceler içinde git-geller yaşarken balığı masaya servis yapan garsonun başka bir arzunuz var mı efendim sesiyle kendine geldi. Yok kardeşim, bir şey istemez, diyerek garsonu gönderdi. Biraz önce iştahla masaya oturmuşken, şimdi içindeki sıkıntıdan dolayı yemeğini zorlayarak yiyordu.

Tam bu esnada, girişte oturmayı düşündüğü cam kenarındaki masada ailesiyle oturan adamın arkasından geçmekte olan garsonun koluna ayağa kalkan başka bir müşteri çarptı. Çarpmanın etkisiyle servis tepsisindeki çorba kâsesi adamın omzundan aşağıya döküldü. Zavallının üstü başı batmış ufak çaplı bir kargaşa yaşanmıştı. Tüm bu olanları izlerken bardaktaki çayından son bir yudum aldı ve ödemesini yaptıktan sonra oradan ayrıldı.   

Koşuşturmaca içinde geçen bayii ziyaretlerinin hepsini bitirdiğinde ancak saatin hesapladığından da geç olduğunu fark etti. Çiseleyen yağmurun ve tempolu geçen ziyaretlerden kaynaklanan terlemenin bir sonucu olarak sırtı da ıslanmıştı.
Araca bindi,  emniyet kemerini taktı ve dönüş yoluna düştü. Sabahtan beri nedir benim bu başıma gelenler diyerek kendi kendine söyleniyordu. Kızgındı, yorgundu ve içinden bir türlü atamadığı sıkıntı bunaltıyordu adeta.
Planı yine tutmamış akşam trafiğine yakalanmıştı. Uzun bir süre yol aldıktan sonra otoyol gişe çıkışında yoğun bir araç kuyruğu olduğunu fark etti. Bunun gişedeki ödemelerden kaynaklandığını düşünüyordu. Yapacak bir şey yoktu. Ama gişelere yaklaştıkça polis aracı ve ambulans ışıklarını gördü. Merakı iyice artmıştı. Acaba ne olmuştu.

Sonunda tam ambulansın hizasına geldiğinde bir aracın çelik bariyerlere girdiğini görebildi.
Aracın hemen yanı başından geçerken yerde üzeri gazete ile örtülmüş iki cansız bedenin yattığını ve bunların başında da deliler gibi can havliyle çırpınan ve alnından yaralı bir adam gördü.  Bir an dehşetle irkildi. Işığın yansıması neticesinde kısa bir an da olsa adamın yüzünü görmüştü. Bu öğleyin yemek yediği restoranda, cam kenarındaki masada ailesiyle oturan ve üzerine çorba dökülen adamın ta kendisiydi. Allah kahretsin yerdekiler de adamcağızın eşi ve çocuğu olmalıydı.
Trafik polisinin devam et işaretiyle ilerlemek zorunda kaldı. Gişelerden geçti ve rahatlayan yolda hızla yol aldı. Ama aklı kaza yerinde kalmıştı.
Yaşadığı şehre planladığından geçte olsa dönmüştü. Başı zonkluyordu.  Sabah kırmızı ışığa yakalandığı kavşağa geldiğinde yine kırmızı yanmıştı. Bir anda içi titredi ve irkildi. Bismillah dedi.
İşte o anda iç sesine kulak verdi:  restoranda cam kenarına oturmuş olsaydın keyifle vermiş olduğun balığın yanında belki de bir kadeh içecektin ve belki de senin üzerine çorba dökülecek, bu nedenle berbat kıyafetle ziyaretleri gerçekleştiremeyecektin. Dolayısıyla yarın bu ziyaretler için tekrar bu kadar yolu çekecektin. Ayrıca belki de alkol aldığın için kazayı geçiren o adam değil de sen olacaktın. İç muhakemesi bittiğinde kendini biraz rahatlamış hissetti. Bu esnada 46 saniyelik süre geçmiş olacak ki yeşil ışık yanmıştı.
Evine geldiğinde aracı park eden Murat, pencereden ışığın yanık olduğunu görünce mutlu olmuştu. Çünkü eşi uyumamış onu beklemişti. Hava açmış, bir cırcır böceğinin sesi gecenin sessizliğini bozuyordu. Hemen duvardaki zili çaldı, içeriden kapıya yaklaşmakta olan eşinin ayak seslerini duyuyordu. Birkaç saniye sonra kapı açıldı. Eşinin gözlerinin içine baktı, kucaklayıp sıkıca sarıldı. Sonra yanağına bir buse kondurdu. Gözleri nemlenmiş evinde olmanın verdiği güvenle içine bir anda huzur dolmuştu. Hızlı adımlarla kızının odasına gitti. 

O bir melek gibi uyuyordu. Eğildi önce bukle bukle saçlarını kokladı ve alnına kocaman bir öpücük kondurdu. Odadan çıkamadı, birkaç dakika öyle ayakta kızının başında kala kaldı. Bugün yaşadığı ve yaşamadığı olaylar için yüce Rab'bine şükretti.
Yemekte iyi ki de alkol almamışım dedi ve o an bir daha kesinlikle bir tek kadeh dahi olsa alkol almayacağına kendi kendine söz verdi. Üzerinden büyük bir yükün kalktığını, bir kuş kadar hafiflediğini hissetti. Huzurun kendi içinde olduğunu ancak o zaman anladı. Sessizce odadan ayrılırken gün boyunca başından geçenleri unutmuş yarına umutla bakıyordu.
                                                - huzurluadam -



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder