Paylaşmak budur…
Paylaşmak, herhangi
bir şeyin bireyler arasında bölüşülmesi, pay edilmesi ve bu davranıştan dolayı
karşılıklı mutlu olunması anlamına gelir. Daha açık ifade etmek gerekirse bir
maddeyi (eşya v.b), bir ortamı, ya da bir duyguyu kendimize saklamayı bırakarak
karşımızdaki diğer kişilerle özgür irademizle bölüşerek onlara sunmaktır.
Biz insanlar doğduğumuz andan itibaren BEN merkezli oluruz.
Annemiz, babamız, evimiz biberonumuz, oyuncaklarımız hepsi BEN’ imdir. Dikkat
edilirse bebekler annelerinin kucağına bir başka bebeğin alınmasını kıskançlık
hareketleri göstererek belli ederler. Annelerini paylaşmak istemezler.
Dolayısıyla “Paylaşmak” öğrenilen bir davranıştır. Küçük yaştan itibaren
ailelerimiz bizlere paylaşmayı öğretirler. Belki de tüm aileler değil.
SICAKLIĞI PAYLAŞMAK
ZAFERİ PAYLAŞMAK
Paylaşma konusuna bu açıdan bakınca, bunun aslında hiç de
basit olmadığını hemen anlıyor insan. Peki paylaşmayan, paylaşmasını bilmeyen
insan nasıl bir insandır. Elbette ki bencil insandır, mutsuz insandır.
Çevremizde, yaşadığımız toplum içinde bu tip insanlara sıklıkla rastlarız. Bu
tip insanlar kendileri mutsuz olduğu gibi, çevrelerindeki insanlara da
huzursuzluk ve mutsuzluk verirler. Paylaşan insan ise paylaştıkça mutlu ve
huzurlu olurken paylaşımda bulunduğu insanları da mutlu eder.
KORKUYU PAYLAŞMAK
HAYATI PAYLAŞMAK
YALNIZLIĞI PAYLAŞMAK
ACIYI PAYLAŞMAK
UMUDU PAYLAŞMAK
Evet insan isterse yokluğu da paylaşabilir.
Şimdi bunları dile getirirken beni mutlu eden ve unutmadığım bir olay hatırıma geldi.
2008 yılının ağustos
ayında bir cuma gecesinde hava alanında görevliydim. Tarihi tam olarak
hatırlamıyorum ama gününü çok iyi anımsıyorum. Yoğun bir yaz sezonunun tam
ortasında haftanın son uçuşuydu. Artık haftanın tüm yükü üzerime yığılmış,
yorgunluktan tüm eklemlerim ağrıyordu. Tüm bunlara rağmen her zaman olduğumdan
da fazla sakin, hoşgörülü ve güler yüzlü bir şekilde nöbetimi sonlandırmak
niyetindeydim. Hafta sonuna kafamı kurcalayacak bir yığın yükle doldurup girmek
istemiyordum.
Fakat yurt
dışından gelecek olan uçağın yaklaşık bir buçuk saatlik bir gecikmesi vardı.
Gecikme benim için çok büyük bir sorun değildi. Havacılıkta iki saatin
altındaki gecikmeleri çok fazla sorun etmez, hele bu yaz döneminde ise yoğun
uçuş trafiğinden dolayı olağan karşılardık. Elbette ki kısmen de olsa onlara
hak vermiyor değildim. Ama elden de gelen bir şey yoktu. Gel gelelim uçacak
olan yolcular benim kadar konuya sakin yaklaşamıyorlar, kendilerini aldatılmış,
haksızlığa uğramış, hatta kendilerine bunun kasten yapıldığını düşünenler ve bu
fikrini sert bir dille ifade edenler bile oluyordu.
Öyle, böyle
derken bir şekilde zaman geçmiş, uçak alana inmişti. Uçağa binme vakti gelmiş,
yolcular arınmış salonda sıradaki, bizler de onların hemen önünde kapının
yanında bankodaki yerlerimizi almıştık. Önümüzde ters V şeklinde bir sıra
oluşmuştu. Yani tek sıra veya ikişerli bir sıra olması gerekirken, yirmi yirmi
beş kişilik bir gurup en önde diğerleri de karmakarışık onların arkalarında
duruyorlar birbirlerini adeta ite kalka adım adım kapıya yaklaşıyorlardı.
Acele etmelerini elbette ki anlıyordum. Gecikmeli gelen uçağa bir an önce binmek ve evlerine ulaşmak istiyorlardı. Onları bir an önce göndermeyi biz çalışanlar onlardan daha çok istiyorduk. Lakin işin aslı öyle değildi. Büyük bir çoğunluğun gurup halinde topluca birbirlerine sokularak kalabalık halinde kapıdan geçmek istemelerinin asıl sebebi, ellerindeki büyük boyutlu kural harici; yalan olmasın 20-25 kg lık el bagajlarını gizliden uçağa almaktı. Gelin görün ki bu sivil havacılık kuralları gereği uçuş güvenliği için tehlikeli ve yasaktı. Ancak ve ancak 6-8 kg ağırlığındaki standart el bagajlarını yanlarına alabilirlerdi. Uçağın geç gelişini bahane edip bunu kendilerine kalkan olarak kullanıyor, toplum psikolojisi ile hareket ederek, çalışanlara bağırıyorlar buradan kaynaklanan mağduriyetlerini bu şekilde kendi kendilerine telafi etmek istiyorlardı.
Acele etmelerini elbette ki anlıyordum. Gecikmeli gelen uçağa bir an önce binmek ve evlerine ulaşmak istiyorlardı. Onları bir an önce göndermeyi biz çalışanlar onlardan daha çok istiyorduk. Lakin işin aslı öyle değildi. Büyük bir çoğunluğun gurup halinde topluca birbirlerine sokularak kalabalık halinde kapıdan geçmek istemelerinin asıl sebebi, ellerindeki büyük boyutlu kural harici; yalan olmasın 20-25 kg lık el bagajlarını gizliden uçağa almaktı. Gelin görün ki bu sivil havacılık kuralları gereği uçuş güvenliği için tehlikeli ve yasaktı. Ancak ve ancak 6-8 kg ağırlığındaki standart el bagajlarını yanlarına alabilirlerdi. Uçağın geç gelişini bahane edip bunu kendilerine kalkan olarak kullanıyor, toplum psikolojisi ile hareket ederek, çalışanlara bağırıyorlar buradan kaynaklanan mağduriyetlerini bu şekilde kendi kendilerine telafi etmek istiyorlardı.
Gel gelelim kazın
ayağı öyle değildi. Uçuş personeli havacılık kurallarının uygulanmasını, her
yolcunun yanına sadece standart ölçülerde bir el bagajı almasına izin
veriyordu. Uçağın geç gelmiş olması; kaldı ki sadece bir saat yirmi beş
dakikalık bir gecikme, kuralların ihlal edilmesine bir gerekçe olamazdı. Görevli
personel arkadaşlarım fazla büyük el bagajı olan bir çok yolcuyu bana
yönlendirdiler ve onların serzenişleri altında yetkimi de fazla aşmadan
kendilerini maddi anlamda memnun edecek bir şekilde tahsil ettikten sonra
gönderdim.
Salonda tam bir
kargaşa hakimdi. Provokatörlük yapan bir iki yolcu rahat durmuyor ha bire
insanları kışkırtıyordu. Çocuklu, bebekli ve bazı yaşlı yolcular kargaşadan
uzak durmak, ayakta itilip kalkılmaktan çekindikleri için oturup beklemeyi
tercih etmişlerdi. Bu sırada görevli arkadaşlarım iki elinde çok büyük boyutlu
ve sırtında kendisini ağırlığından dolayı adeta geriye çeken bir sırt çantası
bulunan salkım saçak bir yolcuyu bana yönlendirdiler.
Bu biraz evvel kışkırtıcılık
yapan yolculardan biriydi. Gelip önüme dikildi. Üç parça el bagajı ile uçağa
kabul edilemeyeceğini, sadece bir tane el bagajı alabileceğini bununda ancak 8
kg olabileceğini söyledim. Hadi sırtınızdaki sırt çantasına müsamaha gösterdim.
Ama elinizdeki iki adet 20 şer kilonun üzerindeki el bagajlarınız için fazla
bagaj ücreti ödemeniz gerekir dediğim anda olanlar oldu. Adam açtı ağzını yumdu
gözünü. Eliyle yumruk yapıp önümdeki bankoya vuruyor. Hakaret ediyor. Seni,
asarım, keserim, sen beni tanıyor musun, seni yok ederim gibi şimdi hatırlamak
bile istemediğim ağır sözlerle etmediğini bırakmadı. 9-10 kg lık sırt çantasına
yardımcı olduğumu, laikin diğer iki bagajın ödemesinin yapılmaması halinde
isterse uçmaya bileceğini söyledim. Ama artık sinir kat sayım artmış, yediğim
hakaretlerin ve küfrün, uğradığım ve maruz kaldığım haksızlığın ağırlığı beni
de sabrımın son noktasına getirmişti. Neredeyse kahrımdan ağlayacaktım.
Yolcu dakikalarca
uğraşından sonra benim bu konuda taviz vermeyeceğime kanat getirmiş olacak ki
fazla bagajların tamamını olmasa da %70 lik kısmının ücretini ödemeye yanaştı.
Yaygara kopararak
uçmaya alışkın olacak ki kendi fazla bagajının ücretini ödemek zoruna
gidiyordu. Parayı suratıma fırlatarak ödemesini yaptı. Şimdi düşünüyorum da
hala nasıl sakin kalabilmişim aklım almıyor. Makbuzunu kesip eline
tutuşturduktan sonra bağıra bağıra çekti gitti.
Yanı başımdaki
koltukta genç annesi ile birlikte 4-5 yaşlarındaki sevimli, ay yüzlü bir erkek yavrucak
oturuyordu. Tüm bu yaşadıklarımı ve şahsıma yapılan haksızlıkların sert ses
tonları ile uğradığım hakaretlerin ağırlığını küçücük narin beyninde tartmış ve
hak etmediğime inanmış olmalı ki, ayağa kalktı ve elinde tuttuğu şekerli sakızını
almam için tebessüm ederek bana doğru uzattı. O ana kadar boşalmama ramak kalmasına rağmen işim
gereği sabrımı muhafaza etmiştim. Ama adının Muhammed olduğunu sonradan
öğrendiğim bu küçücük kardeşimin bana moral vermek için yaptığı bu takdire
şayan insani davranışı ve paylaşımı karşısında kendimi daha fazla tutamadım ve gözümden
bir damla yaş süzülerek bankoya düştü.
Kendisi küçük ama yüreği kocaman Muhammed kardeşimin insanlık nasıl olur, insanlar nasıl iletişim kurarlar bunun dersini bir şamar gibi diğer insanların suratına; tabii ki anlayanlar için indirmesi ne yüce insani erdeme sahibi olduğunu gözler önüne seriyordu.
“Az veren candan, çok veren maldan verir”
demiş atalarımız.
Muhammed’in sakızını bana uzatırken hafif bir tebessümle bakışını, ne kadar candan bir istekle bunu yaptığını, o saf tertemiz çehresini hayatım boyunca unutamayacağım. Muhammed'in alnına onu incitmekten korkarak hafif bir öpücük kondurdum.
Annesinin elinden tutarak uçağa yöneldiklerinde diğer eliyle de başını çevirmiş bana el sallıyordu.
Kendisi gitmişti ve giderken de bu asil paylaşımıyla beni ziyadesiyle mutlu etmişti.
Eve giderken tüm yorgunluğu üzerimden atmış bir kuş kadar hafif, bir bebek kadar huzurluydum. Allah sana uzun ömürler versin Muhammed kardeşim.
“Vicdanlı ve dürüst olmak, hesaplı
olmaktan iyidir. Hesap insanı makam sahibi yapar da, VİCDAN daha önemli bir işe
yarar insanı İNSAN yapar.”
- Nietzsche -
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder