Sayfalar

7 Nisan 2014 Pazartesi

paylaşmak yürek ister...

Paylaşmak budur…

Paylaşmak, herhangi bir şeyin bireyler arasında bölüşülmesi, pay edilmesi ve bu davranıştan dolayı karşılıklı mutlu olunması anlamına gelir. Daha açık ifade etmek gerekirse bir maddeyi (eşya v.b), bir ortamı, ya da bir duyguyu kendimize saklamayı bırakarak karşımızdaki diğer kişilerle özgür irademizle bölüşerek onlara sunmaktır.  













EKMEĞİNİ PAYLAŞMAK













Biz insanlar doğduğumuz andan itibaren BEN merkezli oluruz. Annemiz, babamız, evimiz biberonumuz, oyuncaklarımız hepsi BEN’ imdir. Dikkat edilirse bebekler annelerinin kucağına bir başka bebeğin alınmasını kıskançlık hareketleri göstererek belli ederler. Annelerini paylaşmak istemezler. Dolayısıyla “Paylaşmak” öğrenilen bir davranıştır. Küçük yaştan itibaren ailelerimiz bizlere paylaşmayı öğretirler. Belki de tüm aileler değil.

 





SICAKLIĞI PAYLAŞMAK











ZAFERİ PAYLAŞMAK   








Paylaşma konusuna bu açıdan bakınca, bunun aslında hiç de basit olmadığını hemen anlıyor insan. Peki paylaşmayan, paylaşmasını bilmeyen insan nasıl bir insandır. Elbette ki bencil insandır, mutsuz insandır. Çevremizde, yaşadığımız toplum içinde bu tip insanlara sıklıkla rastlarız. Bu tip insanlar kendileri mutsuz olduğu gibi, çevrelerindeki insanlara da huzursuzluk ve mutsuzluk verirler. Paylaşan insan ise paylaştıkça mutlu ve huzurlu olurken paylaşımda bulunduğu insanları da mutlu eder.







KORKUYU PAYLAŞMAK








 HAYATI PAYLAŞMAK












 YALNIZLIĞI PAYLAŞMAK





 ACIYI PAYLAŞMAK















   UMUDU PAYLAŞMAK





 KADERİ PAYLAŞMAK


















 YOKLUĞU PAYLAŞMAK


 Evet insan isterse yokluğu da paylaşabilir.
 Kendisinde kısıtlı olanı, verdiğinde acı  çekeceğini bile bile elindeki son varlığını  verebilenler de vardır hayatta.
 Bu da cesur insanların gösterebileceği bir  paylaşım örneğidir.




Şimdi bunları dile getirirken beni mutlu eden ve unutmadığım bir olay hatırıma geldi.

2008 yılının ağustos ayında bir cuma gecesinde hava alanında görevliydim. Tarihi tam olarak hatırlamıyorum ama gününü çok iyi anımsıyorum. Yoğun bir yaz sezonunun tam ortasında haftanın son uçuşuydu. Artık haftanın tüm yükü üzerime yığılmış, yorgunluktan tüm eklemlerim ağrıyordu. Tüm bunlara rağmen her zaman olduğumdan da fazla sakin, hoşgörülü ve güler yüzlü bir şekilde nöbetimi sonlandırmak niyetindeydim. Hafta sonuna kafamı kurcalayacak bir yığın yükle doldurup girmek istemiyordum.
Fakat yurt dışından gelecek olan uçağın yaklaşık bir buçuk saatlik bir gecikmesi vardı. Gecikme benim için çok büyük bir sorun değildi. Havacılıkta iki saatin altındaki gecikmeleri çok fazla sorun etmez, hele bu yaz döneminde ise yoğun uçuş trafiğinden dolayı olağan karşılardık. Elbette ki kısmen de olsa onlara hak vermiyor değildim. Ama elden de gelen bir şey yoktu. Gel gelelim uçacak olan yolcular benim kadar konuya sakin yaklaşamıyorlar, kendilerini aldatılmış, haksızlığa uğramış, hatta kendilerine bunun kasten yapıldığını düşünenler ve bu fikrini sert bir dille ifade edenler bile oluyordu. 


















Öyle, böyle derken bir şekilde zaman geçmiş, uçak alana inmişti. Uçağa binme vakti gelmiş, yolcular arınmış salonda sıradaki, bizler de onların hemen önünde kapının yanında bankodaki yerlerimizi almıştık. Önümüzde ters V şeklinde bir sıra oluşmuştu. Yani tek sıra veya ikişerli bir sıra olması gerekirken, yirmi yirmi beş kişilik bir gurup en önde diğerleri de karmakarışık onların arkalarında duruyorlar birbirlerini adeta ite kalka adım adım kapıya yaklaşıyorlardı.


Acele etmelerini elbette ki anlıyordum. Gecikmeli gelen uçağa bir an önce binmek ve evlerine ulaşmak istiyorlardı. Onları bir an önce göndermeyi biz çalışanlar onlardan daha çok istiyorduk. Lakin işin aslı öyle değildi. Büyük bir çoğunluğun gurup halinde topluca birbirlerine sokularak kalabalık halinde kapıdan geçmek istemelerinin asıl sebebi, ellerindeki büyük boyutlu kural harici; yalan olmasın 20-25 kg lık el bagajlarını gizliden uçağa almaktı. Gelin görün ki bu sivil havacılık kuralları gereği uçuş güvenliği için tehlikeli ve yasaktı. Ancak ve ancak 6-8 kg ağırlığındaki standart el bagajlarını yanlarına alabilirlerdi. Uçağın geç gelişini bahane edip bunu kendilerine kalkan olarak kullanıyor, toplum psikolojisi ile hareket ederek, çalışanlara bağırıyorlar buradan kaynaklanan mağduriyetlerini bu şekilde kendi kendilerine telafi etmek istiyorlardı.  

Gel gelelim kazın ayağı öyle değildi. Uçuş personeli havacılık kurallarının uygulanmasını, her yolcunun yanına sadece standart ölçülerde bir el bagajı almasına izin veriyordu. Uçağın geç gelmiş olması; kaldı ki sadece bir saat yirmi beş dakikalık bir gecikme, kuralların ihlal edilmesine bir gerekçe olamazdı. Görevli personel arkadaşlarım fazla büyük el bagajı olan bir çok yolcuyu bana yönlendirdiler ve onların serzenişleri altında yetkimi de fazla aşmadan kendilerini maddi anlamda memnun edecek bir şekilde tahsil ettikten sonra gönderdim.





Salonda tam bir kargaşa hakimdi. Provokatörlük yapan bir iki yolcu rahat durmuyor ha bire insanları kışkırtıyordu. Çocuklu, bebekli ve bazı yaşlı yolcular kargaşadan uzak durmak, ayakta itilip kalkılmaktan çekindikleri için oturup beklemeyi tercih etmişlerdi. Bu sırada görevli arkadaşlarım iki elinde çok büyük boyutlu ve sırtında kendisini ağırlığından dolayı adeta geriye çeken bir sırt çantası bulunan salkım saçak bir yolcuyu bana yönlendirdiler.
Bu biraz evvel kışkırtıcılık yapan yolculardan biriydi. Gelip önüme dikildi. Üç parça el bagajı ile uçağa kabul edilemeyeceğini, sadece bir tane el bagajı alabileceğini bununda ancak 8 kg olabileceğini söyledim. Hadi sırtınızdaki sırt çantasına müsamaha gösterdim. Ama elinizdeki iki adet 20 şer kilonun üzerindeki el bagajlarınız için fazla bagaj ücreti ödemeniz gerekir dediğim anda olanlar oldu. Adam açtı ağzını yumdu gözünü. Eliyle yumruk yapıp önümdeki bankoya vuruyor. Hakaret ediyor. Seni, asarım, keserim, sen beni tanıyor musun, seni yok ederim gibi şimdi hatırlamak bile istemediğim ağır sözlerle etmediğini bırakmadı. 9-10 kg lık sırt çantasına yardımcı olduğumu, laikin diğer iki bagajın ödemesinin yapılmaması halinde isterse uçmaya bileceğini söyledim. Ama artık sinir kat sayım artmış, yediğim hakaretlerin ve küfrün, uğradığım ve maruz kaldığım haksızlığın ağırlığı beni de sabrımın son noktasına getirmişti. Neredeyse kahrımdan ağlayacaktım.
Yolcu dakikalarca uğraşından sonra benim bu konuda taviz vermeyeceğime kanat getirmiş olacak ki fazla bagajların tamamını olmasa da %70 lik kısmının ücretini ödemeye yanaştı.
Yaygara kopararak uçmaya alışkın olacak ki kendi fazla bagajının ücretini ödemek zoruna gidiyordu. Parayı suratıma fırlatarak ödemesini yaptı. Şimdi düşünüyorum da hala nasıl sakin kalabilmişim aklım almıyor. Makbuzunu kesip eline tutuşturduktan sonra bağıra bağıra çekti gitti.
Yanı başımdaki koltukta genç annesi ile birlikte 4-5 yaşlarındaki sevimli, ay yüzlü bir erkek yavrucak oturuyordu. Tüm bu yaşadıklarımı ve şahsıma yapılan haksızlıkların sert ses tonları ile uğradığım hakaretlerin ağırlığını küçücük narin beyninde tartmış ve hak etmediğime inanmış olmalı ki, ayağa kalktı ve elinde tuttuğu şekerli sakızını almam için tebessüm ederek bana doğru uzattı. O ana kadar boşalmama ramak kalmasına rağmen işim gereği sabrımı muhafaza etmiştim. Ama adının Muhammed olduğunu sonradan öğrendiğim bu küçücük kardeşimin bana moral vermek için yaptığı bu takdire şayan insani davranışı ve paylaşımı karşısında kendimi daha fazla tutamadım ve gözümden bir damla yaş süzülerek bankoya düştü.  

Kendisi küçük ama yüreği kocaman Muhammed kardeşimin insanlık nasıl olur, insanlar nasıl iletişim kurarlar bunun dersini bir şamar gibi diğer insanların suratına; tabii ki anlayanlar için indirmesi ne yüce insani erdeme sahibi olduğunu gözler önüne seriyordu.

 “Az veren candan, çok veren maldan verir” demiş atalarımız.









Muhammed’in sakızını bana uzatırken hafif bir tebessümle bakışını, ne kadar candan bir istekle bunu yaptığını, o saf tertemiz çehresini hayatım boyunca unutamayacağım. Muhammed'in alnına onu incitmekten korkarak hafif bir öpücük kondurdum.
Annesinin elinden tutarak uçağa yöneldiklerinde diğer eliyle de başını çevirmiş bana el sallıyordu. 
Kendisi gitmişti ve giderken de bu asil paylaşımıyla beni ziyadesiyle mutlu etmişti.
Eve giderken tüm yorgunluğu üzerimden atmış bir kuş kadar hafif, bir bebek kadar huzurluydum. Allah sana uzun ömürler versin Muhammed kardeşim.

“Vicdanlı ve dürüst olmak, hesaplı olmaktan iyidir. Hesap insanı makam sahibi yapar da, VİCDAN daha önemli bir işe yarar insanı İNSAN yapar.”
                                                             - Nietzsche -

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder