Ruhumu dinlendirecek bir müzik eşliğinde uzanıp kitap okuyorum. Böylece bu geçiş sürecini asgari hasarla atlatmaya çalışıyorum.
24 Eylül 2014 Çarşamba
Yiruma - River Flows in You
Her mevsimin ayrı bir güzelliği var. Evet bunu görüyorum ve yaşıyorum. Ama gel gelelim mevsim geçişleri her nedense bana ağır geliyor. Birden geçiş yapamıyorum. Mevsim sonbahar, aylardan eylül olunca ben yine bedenen ve ruhen bitap düştüm. Fırsat buldukça uzanıp dinleniyorum. Hoş istesem de kalkamıyorum ya :)
Ruhumu dinlendirecek bir müzik eşliğinde uzanıp kitap okuyorum. Böylece bu geçiş sürecini asgari hasarla atlatmaya çalışıyorum.
Ruhumu dinlendirecek bir müzik eşliğinde uzanıp kitap okuyorum. Böylece bu geçiş sürecini asgari hasarla atlatmaya çalışıyorum.
17 Eylül 2014 Çarşamba
Su Üstüne Yazı Yazmak
KİTAP HAKKINDA:
Adı: Su Üstüne Yazı
Yazmak
Yazar: Muhyiddin
Şekur
Yayınevi: İnsan
Yayınları
Sayfa:314
Kağıt Kalitesi:3.Hamur
Ölçü: 13x20
Basım Yılı:
İstanbul, 2009
Satış Ücreti: 7 TL
Değerlendirmem:%80
Ne Buldum: Roman
tadında tasavvuf
YAZAR HAKKINDA:
Ohio Clevland’da dünyaya
gelen Afrika kökenli Amerikalı psikoloji uzmanı olan Muhyiddin Şekur, 1973
yılında Amerika Kent Eyalet Üniversitesi’nde Psikolojik Danışmanlık bilim
dalında doktora derecesi almıştır.
New York Eyalet
Üniversitesi’nde halen Eğitim Danışmalığı Doçenti olarak çalışmaktadır. Amerika’da
kişisel terapi ve aile terapisi alanlarında ve uygulamacı öğretmen olarak ta
görev yapan Şekur, başta yaşadığı ülke olmak üzere diğer ülkelerde de akıl
sağlığı sorunları üzerine inceleme yazıları ve makaleler yazmış ve dersler
vermiştir. 24 yaşındayken İslam’la ve tasavvufla tanışmıştır. Bu tanışması
hayatında yeni ufuklar açmış, bundan sonrasında hayatını tasavvufun yaşanmasına
ve diğer insanlara anlatılmasına adamıştır.
Tasavvuf tecrübelerini
anlattığı Su Üstüne Yazı Yazmak ve Gölgeler Koridoru adlı eserleri kısa zamanda
Tasavvuf Edebiyatının en önemli yapıtları arasındaki yerini almıştır.
KONUSU (ARKA KAPAKTAN)
İnsanların taş üzerine
kazıdıkları yüzyıllık yazılar, Allah için su üstüne yazılmış yazı gibidir. Bu
kitap, yazarının Sûfîlik yolunda yaşadığı serüvenin akıcı fakat derinlikli bir
anlatımıdır. Yazar, bu serüvenini, bir müslüman olarak Sûfîlikle ilk
karşılaşmasından başlatıp, Şeyhinin rehberliğinde geçirdiği uzun yıllardan
sonra eriştiği dervişliğe ve ötesine kadar götürüyor. Muhyiddin Şekûr, sık sık
heyecan verici bir tona ulaşan ve hemen her yerinde Sûfî geleneğin hikmetinin
yankılandığı eğlenceli bir üslupla sizi de içine çeken bir serüveni anlatıyor.
KİTAP HAKKINDA YORUMUM:
Bazı bayanlar vardır
çarşıya çıkar mağaza mağaza, vitrin vitrin kıyafet bakar; bazı erkekler vardır
o avm senin bu avm benim gezer elektronik cihaz bakar; günümüzde de bazı
insanlar vardır bilgisayarın başına geçer, oturduğu yerden o alışveriş
sitesinden girer, bir ötekisinden öğleyin ancak çıkar. İndirime girmiş ne var
ne yoksa ihtiyacı olsun ya da olmasın hepsini ziyaret eder.
İşte ben de boş vakit
bulduğumda kitapçıları gezer, kitapları incelerim. Böyle vakit bulduğum bir
günde Diyanet Vakfı Yayınevi’ni ziyaret etmiştim (ta üniversitedeyken
öğrencilik yıllarımdan bu yana dönem dönem ziyaret ederim bu yayınevini). Kitap
orada gözüme çarptı. Oturup biraz incelediğimde ve çevirmeninin de Sn. Senai
Demirci olduğunu gördüğümde kendime dedim ki: bu okuyacağın ilk tasavvufi kitap
olacak, al oku. Bu gibi durumlarda hep
iç sesime kulak veririm ve iç sesim bu kitapta da beni yanıltmadı. Şükürler
olsun Allah’ıma. Aldım ve okudum.
Kitap bir tasavvuf kitabı
olmasının yanı sıra insanı hiç sıkmıyor. Sevdiğiniz bir arkadaşınızın, akrabanızın, ya
da güvendiğiniz bir dostunuzun yanındaymışçasına rahat ve ondan hiç
duymadığınız bir hikaye dinliyormuşçasına ilginç ve merak uyandırıcı geliyor
size. Yazar kendi kendine sohbet edercesine doğal, yapmacıktan uzak, yalın ve açık
bir ifadeyle roman tadında tasavvuf yolunda yaşadığı tecrübelerini aktarıyor.
Sn. Şekur’un beşer, inanç,
din, tasavvuf ve hayat konusundaki her biri birbirinden değerli özlü tespitleri
kitap içerisinde fazlasıyla mevcut. Bu çok hoş.
Bunlardan birkaç örnek
vermek gerekirse:
Kim olursanız olun, dininiz ne olursa olsun,
gerçekten samimi bir ilginiz varsa ‘Hayat nedir?’ sorusunun cevabını
bulursunuz. Benim Müslüman olma sürecimin anlamı da budur. Herkesin ‘hayat
nedir’ cevabı kendinedir. Arayan herkes bulabilir bunu.
Kalbini keşfet ki kendini
keşfedesin. Kelebekler ışığa doğru uçarlar, çiçekler ışığa doğru büyürler.
Birileri o ışığı engellemeye çalışır fakat çiçek her halükarda ışığa doğru
yönelmeye devam eder. Yol arar, imkân arar. Kaçırdığımız nokta şu; Aramaya
devam etmeliyiz. Dürüst olalım ve ışığı aramaya devam edelim. Tek çözüm bu.
Başkalarının sizin hakkınızda söylediği şeyler önemli değil, tek çözüm; ışığa
gitmek.
Ölümden korkmuyorum.
Yaşamaktan daha çok korkuyorum. Ölümü değil, ölüme hazırlanmayı düşünüyorum.
Dua bizim ALLAH’a gizlice
telefon etmemizdir. Aşık jeton arar, telefon eder ve Maşuk’un cevap vermesini bekler.
Kalp araç, aşk ise
amaçtır. İnsanı sevmek için tanımak gerekir. ALLAH’ı tanımak içinse sevmek
gerekir.
Kuleye tırmandığın zaman,
gördüğün cücelerin sayısı artar.
Hayattaki asıl maksadımızı
bir bilseydik, ne kadar mütevazi olurduk.
Dünyada seni gerçekten
dert edinen birilerini bulursan, onların yanında kal.
Bugünkü putlarımız
televizyon, banka hesapları ve buzdolaplarıdır.
Ancak ibadetin kadar
iyisin.
İman şehrine varmamış kişi
yaşamıyor demektir.
İnsan mutluluğunun
anahtarı ALLAH’ı zikretmektir.
Kapıları ve pencereleri
ALLAH’ın rahmetinin meltemine açık bırakın. Uyanık kalmanın tek yolu, pencereleri
açmaktır.
Kitabı okuyup bitirdikten sonra kitaplıktaki yerine
koyamadım. Çünkü kitap öyle sıradan bir kitap değil, her an ulaşabileceğim
yerde, elimin altında, yanı başımda olması gerektiğini düşündüm. Öyle de
yapıyorum. Ara ara açıp tekrar tekrar okuyorum. Böyle yaptığımda hayatı
öğreniyorum, kendimi iyi ve zinde hissediyorum.
Tüm bunları yaşamamı sağlayan ve beni kitabı almaya götüren ayaklarıma şükürler
olsun, şükürler olsun incelerken sağlıklı algılamamı sağlayan zihnime, şükürler
olsun bu kitabın çevirisini yaparak okuyucularla buluşmasına vesile olan
çevirmene, şükürler olsun kitabın yazarı üstad Şükur’a ve hepsi için alemlerin
Rabb’i ALLAH’a hamd olsun.
15 Eylül 2014 Pazartesi
Su Hayattır
Günümüzün en önemli sorunlarından
bir tanesinin çevre sorunu olduğuna inanıyorum. İnanmasına inanıyorum da ama maalesef çevre sorunları
hepimizi ilgilendiren bir gerçek olduğu halde, herkes aynı bilinç ve duyarlılıkla hareket etmiyor.
Yaşadığımız şu güzel dünya her geçen gün biz
insanlar tarafından daha çok kirletilmekte, yeryüzündeki hava su ve tabiat gibi
doğal
kaynaklar da hızla tüketilmekte. Bir yandan tabiatı tahrip ederken, diğer yandan da tabiatta yaşayan canlı türlerini yok
etmekteyiz. Bu sebepledir ki dünyanın dengesi her geçen gün bozulmaktadır.
Oysa bilmeliyiz ki hava ve su
olmadan yaşayamayız.
Yeryüzünde yaşayan tüm
canlılar için hayati önem taşıyan iki önemli değerdir hava ve su. Ülkemizin güney kesimlerinde kuraklık
yaşanırken,
kuzey kesimlerinde seller ve buna bağlı olarak toprak kaymaları yaşanmakta; bu dünyanın birçok
bölgesi içinde geçerli bir durum.
Dünyamızın %75’i su dur. Bu
suyun da %97’si de maalesef tuzlu sudur. İçme suyu olarak kullanılabilecek olan tatlı suyun oranı
ise sadece yaklaşık %3 gibi küçük bir rakamdır. Hal böyle iken sanayi
atıklarının, kanalizasyon sularının göl ve nehirler gibi tatlı sularımıza ve
yer altı su kaynaklarımıza karışması karşısında duyarsız kalmamalıyız. Bu en basit tabiri ile
bindiğimiz dalı
kesmek demektir. Önümüzdeki gelecek günlerde içeceğimiz suyu bile bile bu şekilde kirletmek ya da
kirletilmesine göz yummak insan olarak yapacağımız en büyük hata olsa gerek.
Mp3 çalarımız veya duvar
saatimizde kullandığımız bir adet pili enerjisi bittikten sonra çevreye
bilinçsizce attığımızda bunun 600 bin litre suyu ve 4 metre kare toprağı kullanılamaz hale getirdiğini düşünürsek, işin ciddiyetinin hangi
boyutta olduğunu daha
iyi anlayabiliriz diye düşünüyorum.
Hayatın kaynağı olan suyu, canımız kadar
aziz bilip bunu idareli kullanmak mecburiyetindeyiz. Aksi durumda, ülkemizde de
ciddi su sıkıntılarıyla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacaktır.
Birkaç gün evvel bir haber
kanalında Yalova şehrimizin 2 günlük kullanma suyu kaldığı haberini duyunca içim
burkuldu. Bir başka şehirden getirilecek olan pompa ile barajda kalan son
damla suyun da pompalanarak borulara aktarılacak olması bilgisi ise gelecek
günlerimizin karanlık olduğu habercisi gibiydi adeta.
Yüce Allah’ın biz insanlara bahşettiği nimetlerin en
önemlilerinden biri olan suyun israfından kaçınmak yeryüzünde yaşayan tüm insanların en
önemli görevlerinden birisi olmalıdır.
O halde gelin şimdi tedbir almak için
neleri yapmamız gerektiğini madde madde hatırlayalım.
Bazılarınızın bunları
biliyoruz dediğini duyar
gibiyim. Olsun ben tekrar hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum.
Hayati öneme sahip suyun
korunması gibi önemli bir konuda bilgilerimizi, bildiklerimizi tekrar etmekten
zarar gelmez. Ayrıca bunları sadece bilmek de yetmez; uygulamaya geçirmemiz
lazım. Çocuklarımızı yetiştirirken onlara da bu
bilinci aşılamamız lazım.
Aklıma gelen israftan kaçınma
örneklerinden birkaçını şöyle sıralayabilirim:
- Evde, okulda, iş yerinde boşa akan çeşmeleri kapatalım.
- Bozuk musluklarımızı
mutlaka tamir ettirelim.
- Diş fırçalarken veya tıraş olurken muslukları açık
bırakmayalım.
- Araçları bahçe hortumu
kullanarak yıkamayalım. Bir kova su alıp onunla yıkayalım.
- Çamaşır veya bulaşık makinesini tam dolu iken çalıştıralım.
- Bahçesi olanlarımız bitkilerimizi sabah serinliğinde buharlaşmanın minumun olduğu saate sulayalım.
- Bahçesi olanlarımız bitkilerimizi sabah serinliğinde buharlaşmanın minumun olduğu saate sulayalım.
- Tuvalet sifonlarını
gerekmedikçe çekmeyelim.
Su hakkında yıllar önce
yazdığım bir dörtlüğü de yeri gelmişken burada paylaşıyorum.
SU HAYATTIR
Evveli buz olan sevgiyle damla olur
Gökten ince ince süzülür bir sevda olur
Gönül gözünde birikir bin damla olur
Kalplerden sızarak akacak bir yol bulur
da
Birleştikçe büyür büyür bir derya olur.
- Yaşar SALDIK 19.03.2006 17:23 -
Son olarak şunu söyleyebilirim. Su kaynaklarımızı kirletmeyelim. Kirletenleri
uyaralım.
Âlemlerin Rabbi yüce ALLAH’a
bize verdiği bu eşsiz ve paha biçilmez nimet
için şükrediyorum.
13 Eylül 2014 Cumartesi
İlk TÜRK Şarkısı : "Dombıra"
Başka Topraklarda Rüzgar Sert Eser isimli kitabı okurken aklıma hep vatanlarından binlerce kilometre uzaklıktaki Kore'ye gitmiş asker dedelerimiz geldi.
Kendimi bir an onların yerine koydum. İşte o zaman onların orada yaşamış oldukları zorlukları, acıları, gurbeti, ızdırabı, özlemi ve bir daha dönememe ihtimalini; ki çoğu asker dedelerimiz geri dönememiştir, yüreğimde yaşadım.
Onların ruhları şad olsun, Allah rahmet eylesin. Hepsinin mekanı cennet olsun. Bu ilk Türk şarkılarından birisi olan "Dombıra" yı onların anısına armağan ediyorum.
Kendimi bir an onların yerine koydum. İşte o zaman onların orada yaşamış oldukları zorlukları, acıları, gurbeti, ızdırabı, özlemi ve bir daha dönememe ihtimalini; ki çoğu asker dedelerimiz geri dönememiştir, yüreğimde yaşadım.
7 Eylül 2014 Pazar
Başka Topraklarda Rüzgar Sert Eser
Kitap Hakkında:
Adı:Başka Topraklarda Rüzgar Sert Eser
Yazar: Honggyu Son
Sayfa: 248
Boyut:14x20 cm
Yayınevi: Martı Yayınları
Basım Tarihi: İstanbul, 2013
Kağıt Türü: 2.Hamur
Satış Ücreti:15 TL
Benden Aldığı Oy: %45
Ne Buldum: 2.Dünya Savaşından kırıntılar bekledim ama maalesef bulamadım
Yazar Hakkında:
Adı:Başka Topraklarda Rüzgar Sert Eser
Yazar: Honggyu Son
Sayfa: 248
Boyut:14x20 cm
Yayınevi: Martı Yayınları
Basım Tarihi: İstanbul, 2013
Kağıt Türü: 2.Hamur
Satış Ücreti:15 TL
Benden Aldığı Oy: %45
Ne Buldum: 2.Dünya Savaşından kırıntılar bekledim ama maalesef bulamadım
Yazar Hakkında:
1975 yılında Kore’nin Joengeup-si şehrinde doğan Honggyu
Son, Dongguk Üniversitesi, Kore Dili ve
Edebiyatı bölümünden mezun olmuştur. 2011 Jakhasegye En
İyi Yazar (Dünya Yazarları) ödülünü alan Son, bunun yanı sıra Deasan Yaratıcı
Yazarlık Fonu tarafından ödüllendirilmiştir.Başka Topraklarda
Rüzgar Sert Eser adlı romanının yanı sıra İnsan Miti, Bongseobi’nin Dediği Gibi
ve Hayaletler Çağı Honggyu Son’un yayımlanan diğer
kitaplarıdır.
Konusu Arka Kapaktan :
Kore Savaşı'nda mücadele edip, savaştan
sonra orada kalan bilge bir Türkün dokunaklı hikâyesine yer veren bu roman
başucu kitabınız olmaya aday... Dünya insandan oluşan dikenli bir teldir.
Yeryüzünde bir saniye bile yaşasan yaralanırsın! Hayata karşı mağlup olmuş,
Kore Savaşı'nın derin izlerini bedenlerinde ve zihinlerinde taşımaya mecbur
kalmış bir neslin yüreğinden dökülenlere kulak vermek; Yalnızlıklarına tutunmuş,
kabullendikleri yenilgilerini tanımadıkları bir çocuğun gözlerinde yeniden
yaşayan bir grup insanın çığlıklarını duymak; Yetimhaneden evlatlık alınan bir
çocuğun kapanmayan yaralarına tanık olmak için; Bu romanı okumalısınız... Bu
kitap görünmeyenlerin dile gelişidir...(Tanıtım Bülteninden)
KİTAP HAKKINDA YORUMUM:
Okuduğum ilk uzak doğu kitabı ya da Uzakdoğulu yazar
kitabı diyebilirim. Tarihten gelen ve duygusal bir bağımız olmasından dolayı
kitabı rafta görünce, güzel kapak tasarımı da buna eklenince mutlaka alıp
okumam lazım dedim. Ama aldığıma büyük ölçüde pişmanlık duydum diyebilirim.
Kapak tanıtımında, Kore Savaşından sonra orada kalan
bilge bir Türk’ün dokunaklı hikayesidir diyordu.
Yetimhaneden evlatlık alınan bir çocuğun kapanmayan yaralarına
tanıklık edeceksiniz diyordu ayrıca.
Ama maalesef hikayenin geçtiği kasabada yaşayan Hasan
Amca denen babayiğit Türk’ün neden ülkesine dönmediği, Kore’de neden kaldığı, kasaplık
mesleğine tesadüfen mi başladığı yoksa Kore’ye Savaşa gelmeden evvel ülkesinde
kasap mı olduğu, namazını kılıp orucunu tutmasına rağmen domuz etini kendisinin
yiyip yemediği gibi konular net olarak anlatılmamış.
Ayrıca hikayenin anlatıcı çocuğu yetimhaneden neden evlat
edindiği, savaştan nasıl sağ olarak kurtulduğu belirtilmemiş. Kore Savaşı gibi
önemli bir olaydan bile birkaç cümleyle bahsetmesini beklerdim. Ama o da
yazılmamış. Genellikle Anna Teyze
denilen ve küçük bir restoran işleten kadının işyerinde geçen günlük olayların
yetimhaneden evlatlık olarak alınan çocuğun gözüyle anlatılmış.
Çocuğun karamsar ve hayattan hiçbir beklentisi olmadan
yaşama bakışı, çevresindeki bir avuç insanla
İlişkisi basit ve yalın bir dille anlatılmış. Hareket,
aksiyon, giriş, gelişme, sonuç gibi edebi bir eser de olması gereken ögeler ve
sıralama beklentisi içine girerek okumak gibi bir düşünceye kapılmamak gerekir.
Anlatım eksikliğinin ise Korece den çeviriden mi yoksa yazarın kendisinden mi
kaynaklandığını çözemedim. Ancak başka bir Uzakdoğu kökenli bir kitap okuduğumda
bir yargıya varabilirim diye düşünüyorum.
Ama yine de yazarın verdiği emeğe saygı duyuyorum.
Kitapta hiç bir şey de yok diyemem. En azından belli noktalarda dile getirilen
çok önemli cümleler de var. Bunlarda bir kaçından alıntı yapmak gerekirse:
“Ben kimseyi kıskanmam diyen birini görürsen ondan
uzaklaş. O insan değildir. Kıskanan, öfkelenen, üzülen insandır.” …
“Boşlukta yol yoktur. Çünkü boşluğun kendisi yoldur.
Yeryüzünde de yol yoktur. Çünkü yeryüzünün kendisi yoldur.”
“Önemli olan bu dünyada ne kadar yaşadığımız değil,
yaşarken neyi ne kadar sevdiğimizdir”
“Müziği müzik yapan şey, seslerin yüksek olması değil
ruhunuzla ne kadar benzer ritimlere sahip olduğudur.” ...
Kitabın son birkaç sayfasında Hasan Amca’nın hastanede
olduğu bölüm ve çocuğun o anlarda hissettikleri beni yine de duygulandırdı
diyebilirim. Okumayanın bir şey kaybetmeyeceği, okuyanın ise pek bir şey
kazanmayacağı sıradan bir kitap işte…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)