29 Ocak 2015 Perşembe
24 Ocak 2015 Cumartesi
Tırpan
Evet bahsettiğim o kitap "TIRPAN"dı. Nihayet okuyup bitirdim. Bu kitabı okurken sık sık Farid Farjad'dan Sarı Gelin'i dinledim. Bilmiyorum benim hoşuma gitti.
Biraz hüzün, acı, duygusallık hepsi kitapla uyum içinde
yakıştı doğrusu. Neyse uzatmayayım artık. Kitaba geçelim şimdi.
Kitap Hakkında:
Kitap Adı: Tırpan
Yazarı: Fakir BAYKURT
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Sayfa: 312
Değerlendirmem:%95
Ne Buldum: Destansı bir öykü
Yazarı Tanıyalım:
Elif ve Veli Baykurt çiftinin çocuğu olarak 1929 yılında
Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy’de doğdu. Asıl adı Tahir olan yazar
1936 yılında Akçaköy İlkokulu’na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder.
Dayısı Osman tarafından Balıkesir’e götürülür. Burada dokumacılık öğrenir.
2.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla dayısı askere alınınca tekrar köyüne döner ve
okuluna devam eder. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir ve istirahat döneminde
şiire yazmaya başlar. 1943’te İlkokulu, 1948’de Gönen Köy Enstitüsü’nü
bitirdikten sonra sınıf öğretmenliği yaptı. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü 1955’te
bitirdi; Sivas, Hafik ve Şavşat’ta Türkçe öğretmeni olarak çalıştı. İlk romanı
“Yılanların Öcü” 1958 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlandı. 1960 yılında
ilköğretim müfettişliğine getirildi. Amerika’da Bloomington İndiana
Üniversitesi’nde 1962-1963 yılları arasında ders araçları konusunda uzmanlık
eğitimi gördü. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın başkanlığını ve Türkiye
Öğretmenler Dernekleri Milli Federasyonu genel başkanlığını yürüttü. Milli
Folklor Enstitüsü uzmanlığı, ODTÜ halkla ilişkiler ve yayın müdürlüğünün yanı
sıra 1978 yılında Kültür Bakanlığı Danışmanlığı görevlerinde bulundu. 1979
yılında Almanya’nın Duisburg şehrine eğitim uzmanı görevi ile gönderildi.
Yaptığı yoğun çalışmaların ardından 1996 yılında burada emekli oldu. Şiirle
başladığı edebiyat yaşamına kısa öyküler ve köy notları ile devam etmiştir.
Bunlar Yeditepe, Yücel, Varlık, İmece, Yazın, Cumhuriyet
gibi dergi ve gazetelerde yayımlanmıştır. İlk kitabı Çilli 1955 yılında
çıkmıştır. Romanlarında genellikle kırsalı ve köy yaşamını, köylünün isteklerini,
tepkilerini ve çelişkilerini ele almıştır. Yazdığı romanlarıyla birçok ödüle
layık görülmüştür. Aldığı ödüllerden bazıları şunlardır:
TRT ve TDK, Sait Faik Hikaye Armağanı, Orhan Kemal Roman
Armağanı’dır.
Yazar Baykurt, uzun süre pankreas kanseri tedavisi
gördüğü Essen Üniversitesi Kliniği’nde 11 Ekim 1999 tarihinde hayata veda eder.
Başlıca Eserleri:
Yılanların Öcü 1954
(roman)– Irazcanın Dirliği 1961 (roman)– Amerikan Sargısı 1967 (roman) – Tırpan
1970 (roman) – Köygöçüren 1973 (roman) – Keklik 1975 (roman) – Kaplumbağalar
1980 (roman)– Efendilik Savaşı 1959 (öykü) – Karın Ağrısı 1961 (öykü)- Anadolu
Garajı 1970 (öykü)- Can Parası 1973 (öykü)- Gece Vardiyası 1982 (öykü)-
Arka Kapaktan:
Ankara’ya bağlı bir köydür Gökçimen. Bir tepenin eteğinde
uzanır. Kızlarıyla nam salmıştır. Bu köyde, çayır çimenin yeşili kızların
gözüne yansımıştır. Bu yüzden “göküş” olurlar. Biraz büyüyüp serpildi mi,
birkaç altın akçaya yaşlı ve zengin adamlara verirler sorgusuz sualsiz.
Velikul’la Havana’nın kızları Dürü de bu köyün göküş
kızlarından biridir. İlkokul beşi bitirdiği o yaz, komşu köyün Evci’nin ağası
Kabak Musdu bir görüşte vurulur Dürü’ye. Musdu’nun yaşı geçkin, parası ise
ganidir. Gökçimen’den birkaç yandaş edinip kendine, çeler Dürü’nün babasının
aklını, söz alır. Söz ağızdan çıkmıştır bir kere Dürü, Kabak Musdu’nun ikinci
eşi olacaktır. Anası karşı çıkar; Dürü kıyametleri koparır. Daha önce onunla
aynı kaderi paylaşan kızlar gibi kendini asmayı düşünür. Köyün akıllı delisi
Uluguş Nine karşı çıkar bu fikrine. Sevdadan yanadır Uluguş; daha da önemlisi
Gökçimen’in kızlarının kaderi değişsin ister. Ama nasıl?
Kitabın Analizi
& Yorumum:
İlkokul dördüncü sınıfı pekiyi dereceyle geçmiş ve yaz
tatiline girmiştim. O tarihlerde tablet bilgisayar, akıllı telefon, oyun
konsolları henüz daha yoktu. Karne hediyesi olarak ben de kitap almak istedim
ve sabahtan köyün minibüsüne binerek şehre gittim. Kitapçıya girdiğimde heyecan
içindeydim. Sağım solum, önüm arkam her yer kitaptı.
Hangi kitabı alacağımı şaşırmıştım. Bana kalsa hepsini
almak isterdim ama annemin verdiği harçlıkla buna imkan yoktu. En fazla iki
kitap alabilirdim. Ben de öyle yaptım ve iki tane kitap aldım. Bunlardan bir
tanesi Fakir Baykurt’un “Keklik” isimli kitabıydı. Diğerini ise şu an hatırlayamıyorum.
İşte Fakir Baykurt’u o yıllarda “Keklik” isimli kitapla tanımıştım. Kitabı çok
beğenmiş, bir çırpıda okuyup bitirmiştim. O yaşta bile hiç ağır gelmemişti
bana. Aradan yıllar yıllar geçti.
Tırpan adlı romanını e-kitap olarak okumaya başladım. Her
gece uykuya dalmadan evvel birkaç sayfa çevirdim. Derken kitap beni öyle bir
sardı ki geceyi bekleyemez oldum ve fırsat bulduğum her an gündüz de okumaya
devam ettim. En nihayetinde dün akşam kitabın sonu yaklaşmaya başladığında
kalbim küt küt vuruyor, bir yandan sayfaları yutarak okuyordum, bir yandan da
çevirdiğim her sayfanın son sayfa olmasından korkuyordum. Velhasıl olmadı;
maalesef kitabı dün gece 23:30 da bitirdim.
Yazar bu romanında ülkemizin günümüz zamanında bile
güncelliğini koruyan çocuk gelin ve ağalık düzenini işlemiş. Gökçimen köyünün
fakir ahalisinden Velikul ve Havna’nın ilkokulu yeni bitirmiş 13 yaşındaki
güzeller güzeli sarışın, yeşil gözlü Dürü’sü kitabın ana karakteri aslında.
Komşu köyün ellisini geçkin zengin, yazarın tabiriyle varsıl ağası Kabak Musdu
damda anasıyla bulgur sererken gördüğü Dürü’ye bir görüşte vurulur ve
babasından kızı kuma (ikinci eş) olarak ister. İlk başta Velikul yok muk dese de,
ağanın köydeki yardakçılarının da baskısıyla hizaya gelir. Kızcağızın anası
Havana ise ilk başta Dürü gibi leh der illallah demez. Bu işe karşı çıkar. Ama
kocasının zorbalığı karşısında sinmek zorunda kalır. Köyün yaşlı ve en ileri
görüşlü ninesi Uluguş nine ile köyün kahvecisi Linlin Dürü’ye acıyan ve
kollayan tek kişilerdir. Karısını öldüresiye döven, kızını ahıra kilitleyen
Velikul kahveden eve döndüğünde elini kolunu bağladığı kızını kilitli ahırda
bulamaz. Oysa her şeye rağmen düğün günü gelip çatmıştır. İşte köyde dananın
kuyruğu o an kopar. Ayrıca kız almaya geldiklerinde Dürü’yü kızı gibi seven
Uluguş nine öyle bir şey yapar ki bu her şeyin seyrini değiştirecektir.
İlk başta da söylediğim gibi roman o kadar akıcı ve sürükleyici
ki, insan elinden bırakamıyor. Yazarın eserlerindeki o doğallığı, toplum bilim
açısından baktığınızda da o zenginliği görmek mümkün. Karakterlerin ve kurgunun
gerçekliği, kullanılan yalın ve şiirsel halk Türkçesinin mükemmelliği ise okuyanın
kitaptan sonuna kadar lezzet almasını sağlıyor. Kahveci Linlin ve Uluguş
ninenin önderliğinde köy kadınlarının zorbalığa karşı birlikte hareket etmesi
ve Dürü’yü saklayıp koruması ne kadar sevindirici ise, olayların geçtiği
zamandan günümüze dek süregelen 60-70 yıllık zamanda ülkemizde düşünsel anlamda
hala birçok şeyin değişememesi de o kadar üzücü bana göre.
Yazarın diğer kitaplarını da okumak isterim ve Fakir
Baykurt’u okumayı tüm kitapseverlere tavsiye ederim.
18 Ocak 2015 Pazar
Sarı Gelin
Bir kaç gündür okuduğum ve halen okumaya devam ettiğim bir kitap beni çok etkiledi.
Şu an için hangi kitap olduğunu söylemek istemiyorum. İnşallah bitirince ve bitirdikten sonra kendime gelince yorumlayacağım. Lakin sadece şunu söyleyebilirim, kitabı okurken şu müziğin de kitaba çok yakıştığını ve anlam kattığını düşünüyorum.
9 Ocak 2015 Cuma
Üç Ölüm
KİTAP HAKKINDA:
Kitabın Adı: ÜÇ ÖLÜM
Yazarı: Ley Nikolayeviç TOLSTOY
Çeviri: Süheyl GÜVEN
Yayınevi: Bahar Yayınevi
Sayfa:124
Değerlendirmem:%75
Ne Buldum:Ölümün acı ve kaçınılmaz olduğu
Çeviri: Süheyl GÜVEN
Yayınevi: Bahar Yayınevi
Sayfa:124
Değerlendirmem:%75
Ne Buldum:Ölümün acı ve kaçınılmaz olduğu
YAZAR HAKKINDA:
Asıl ismi Ley Nikolayeviç Tolstoydur. Soylu, tanınmış bir
ailenin çocuğu olarak 9 Eylül 1828 yılında Rusya’nın küçük bir kasabası olan
Yasnaya-Polyana’da dünyaya geldi.
Çok küçük yaşlarda önce annesini, sonra babasını
kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü.
Çocukluğundan beri
gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. Bir süre Kazan
Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Okulu bırakıp yaşadığı yere geri döndü.
Çiftçilik yapıp kendini yetiştirdi. Halkını tanıdı.
Sonra sıkıldı, Moskova ve Petersburg’un hareketli
ortamını tercih etti. Burada Fransızcasını geliştirdi. Voltair ve J.J.
Rousseau’yu okuma fırsatı buldu. Bu iki yazar onun düşünce ve yazımına etki etti.
1851 yılında asker olan kardeşi Nikolay’ın yanına gitti ve orduya katıldı. 1852
yılında ilk kitabı Çocukluk’u yazdı. Kırım savaşını yaşadı. Savaşın yıkımını,
çevresindeki ölümün dehşetini yaşadı. Savaştan sonra ordudan ayrıldı. 1857 yılında Fransa, İsviçre ve Almanya’yı kapsayan
bir geziye çıktı. Tekrar Yasna’ya döndü. Köylülerin eğitimine ağırlık verdi.
1860-1861 yılları arasında bir Avrupa seyahati daha yaptı. Avrupa’daki eğitim
sistemlerini inceledi. Ülkesine dönüşte eğitim dergisi çıkardı ve ders
kitapları yayımladı.
1862 yılında huzur bulmak adına 16 yaşındaki Sophi Behrs
ile evlendi. Bu evliliği ona aradığı huzuru sağladı ve 12 çocuğu oldu.
Bunlardan 5 tanesi öldü. En muhteşem iki eseri olan Savaş ve Barış’ı 1865
yılında Anna Karenina’yı ise 1875 yılında yazdı. Dünya edebiyatının en büyük
romanlarından Savaş ve Barış’ın yazımı tam 7 yıl sürdü. Anna Karenina’yı
bitirdikten sonra bunalıma girdi ve intiharın eşiğinden döndü. Geniş halk
yığınlarının, özellikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu.
Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı.
1900’lerden sonra zamanının büyük bölümünü dini
düşüncelere ayırdı, Hristiyan inancını sorgulamaya başladı ve kilise tarafından
aforoz edildi. Bu dönemde Kroçyer Sonat, Efendi ile Uşak, İman Nedir, Kilise ve
Devlet, İtiraflarım adlı eserleri yazdı.
82 yaşındayken 20 Kasım 1910 yılında Astoppya’da ıssız
bir tren istasyonunda zatürreden yaşamını yitirdi.
Romanları: Savaş ve Barış – Anna Kareninna – Diriliş –
İnsan Ne İle Yaşar- Hacı Murat – Kazaklar – Efendi ile Uşağı
Öyküleri: Aile Saadeti – Üç Ölüm – İki Süvari Subayı -
Baskın
ARKA KAPAKTAN:
Aynı sonla karşılaşan iki hastanın, birisinin zengin
tabakadan, diğerinin fakir halktan oluşu ele alınmış ve ölüm anına kadar her
ikisinin de duyuş, görüş ve düşüncelerini en ince ayrıntılarına kadar çok güzel
bir şekilde canlandırmıştır. Zengin hanımefendinin kaçınılmaz olan ölümden
kurtulmak için çırpınışı, yabancı memlekete gitmek arzuları, ölümden kurtulmak
için her çareye başvuruşu, buna karşılık yabancı arabacının kaderin cilvesine
boyun eğerek; tevekkül ederek; ölümü bekleyişi gerçekten de hayatın tam bir ifadesi
olarak canlandırılmıştır. Ve yine üçüncü ölüme sebep olan insanoğlunun
karakterini göstermektedir. Zira hiçbir varlığın – menfaat karşılığı dahi olsa
– bir diğerinin hayatını son vermeye hakkı olmadığını ve her varlığın,
yaratılışı gibi ölümünü de tevekkül ederek Allah’tan bekleyeceğini
göstermektedir.
Ayda bir kez olsa da tozunu aldığım kitaplığımda uzun
süredir okunmayı bekleyen bu dünya klasiğinin rafta daha fazla toz yutmasına
gönlüm razı gelmedi. Ayrıca yakın zamanda bir yakınımın ölmüş olması ve onun
cenaze törenine katılmış olmam bu kitabı okumamda etkili oldu sanırım.
Malum dünya edebiyatının en tanınmış ve en ünlülerinden biri
kabul edilen ünlü Rus yazar Tolstoy’un birçok öykü kitabı mevcut. Ama ben bu dönemde “Üç Ölüm’ü” okumayı tercih
ettim.
Bahar Yayınları tarafından 2004 yılında yayımlanmış,
çevirisi Süheyl Güven tarafından yapılmış eser topu topu 124 sayfacık. Lakin bu
kadarcık kısa sayfalara Tolstoy ölüm denilen kaçınılmaz olguyu çarpıcı bir
anlatımla işlemiş.
Kitapta üç sıradan insanın ölümü anlatılmış. Bunlardan ilki zengin tabakadan diğeri fakir halktan bir kişinin ölüm anında
yaşadıkları, hissettikleri en ince ayrıntısına kadar çok güzel bir
şekilde gözler önüne serilmiş. Varlıklı hasta kadının kaçınılmaz son olan ölümden
kurtulmak için başka bir memlekete tedavi olmaya gitme düşüncesi ve çaresiz
çırpınışı, diğer yanda ise fakir köylü arabacı Hvdor’un kaderine boyun eğerek
son nefesini vereceği anda veda edeceği ölümü bekleyişi çarpıcı ifadelerle anlatılmış. Arabacı Hvdor’un ölümünden
önce genç arabacının gelerek ailesinden çizmelerini istediği anı okurken aklıma
bizim bir atasözümüz geldi. “Koyun can derdinde, kasap et derdinde.”
Yahu bu ne sakat bir düşünce, zavallı adam orada ölüm döşeğinde ecelle saklambaç oynuyor, sen
tut "çizmelerini bana verir misin" diye bangır bangır bağır. Bu ne gaddarlık. Bu ne
terbiyesizlik. Ama buna rağmen zavallı hasta Hvdor, çizmeleri bu genç adama
veriyor.
Üçüncü ölüme gelince, yine fakir bir köylünün ızdırap dolu
intiharı sonucunda gerçekleşen bir ölüm olayı. Zavallı köylü, yeni yetme
döneminde hayatın ve kötü kaderin bir oyununa alet oluyor ve hırsızlık damgası
yiyor. Tam da bu damgadan kurtulmak için önüne bir fırsat çıkmışken kader
ağlarını yine örüyor ve çaresiz genç köylü bunu gururuna yediremiyor ve acı da
olsa, zor da olsa onursuzca, gurursuca yaşamaktansa ölmeyi tercih ediyor. Ne acıdır ki gerçek ortaya
çıkıyor ama
İş işten geçmiş oluyor elbette. Kör talih. Başka ne
diyebilir ki insan. Evet işte böyle birkaç saat içinde okuyup bitirdiğim
kitaptı.
Yalın, sade ve anlaşılır bir dille kaleme alınmış güzel bir
eserdi.
Kısa ve öz olmakla beraber çarpıcı tespitlerle ölüm
anlatılmış.
Yazarın bir Fransa gezisi sırasında giyotinle bir ölüm anına
tanıklık etmesi
Yaşamında dönüm noktası olmuştur. Bununla ilgili detayları
başka bir zamanda ele almanın daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Şimdi bu üç ölüm hikâyesinden sonra takatim kalmadı
doğrusu:(
2 Ocak 2015 Cuma
Mevlid Kandili
Bu gece Mevlid Kandili. Mevlid, kelime anlamı doğum
zamanı demektir. Mevlid gecesi Rebiul-evvel ayının 11. Ve 12. günleri
arasındaki gecedir. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’ in doğum günü ve
bütün Müslümanların bayram günüdür.
Hz. Adem aleyhisselam, cennette yasaklanan şeyi unutarak
yedikten sonra yeryüzüne indirilince yüce Allah’a şöyle duada bulunmuştur:
”Ya Rabbi, senden Muhammed (S.A.V.)’in hakkı için beni
bağışlamanı istiyorum.
Yüce Allahü Teala
sorar: “Ya Âdem, henüz yaratmadığım halde Muhammed’i sen nasıl bildin”
Hz. Adem cevap verir:”Ya Rabbi, sen beni kudretinle
yaratıp bana ruh verdiğinde başımı kaldırdım. Arş-ı Ala’nın ayaklarında “La
ilahe illallah Muhammed’ün Resullullah” yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen
isminin yanına ancak mahlûkatından sana en sevgili olanın ismini koyarsın.”
Allah’ü Teala’da Hz. Âdem peygamberi habibi Hz. Muhammed Mustafa’nın
ismi hürmetine affeder.
Hafız Muhammed İbni Cezeri Şafii diyor ki: Ebu Leheb’e
(Peygamberimizin amcası) rüyada hali sorulduğunda, çok azap çekiyorum. Ancak,
Resullullah’ın dünyaya gelişini müjdeleyen cariyemi sevincimden azat ettiğim
için, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabım hafifliyor.
Düşünebiliyor musunuz, Ebu Leheb gibi azgın bir kafirin
azabı hafifleyince, O yüce Peygamberin ümmetinden olan bir müminin, Onun
doğduğu gece için sevinmesi, ibadet etmesi, Allah’a dua etmesinden ne kadar
büyük bir sevap kazanılacağını.
Bu vesile ile bu mübarek ve önemli gecede Peygamberimize
salavat getirmek, ona dua etmek, hayır yapmak, düşkünlere yardım etmek en büyük
ibadetimiz ve görevimiz olmalı. Elimizden geldiği kadar dua edelim. ALLAH
yaptığımız ve yapacak olduğumuz dualarımızı dergahı izzetinde kabul buyursun
İNŞALLAH…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)