Sayfalar

24 Ocak 2015 Cumartesi

Tırpan

Evet bahsettiğim o kitap "TIRPAN"dı. Nihayet okuyup bitirdim. Bu kitabı okurken sık sık Farid Farjad'dan Sarı Gelin'i dinledim. Bilmiyorum benim hoşuma gitti. 
Biraz hüzün, acı, duygusallık hepsi kitapla uyum içinde 
yakıştı doğrusu. Neyse uzatmayayım artık. Kitaba geçelim şimdi.


Kitap Hakkında:
Kitap Adı: Tırpan
Yazarı: Fakir BAYKURT
Yayınevi: Remzi Kitabevi
Sayfa: 312
Değerlendirmem:%95
Ne Buldum: Destansı bir öykü

Yazarı Tanıyalım: 
Elif ve Veli Baykurt çiftinin çocuğu olarak 1929 yılında Burdur’un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy’de doğdu. Asıl adı Tahir olan yazar 1936 yılında Akçaköy İlkokulu’na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Dayısı Osman tarafından Balıkesir’e götürülür. Burada dokumacılık öğrenir. 2.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla dayısı askere alınınca tekrar köyüne döner ve okuluna devam eder. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir ve istirahat döneminde şiire yazmaya başlar. 1943’te İlkokulu, 1948’de Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra sınıf öğretmenliği yaptı. Gazi Eğitim Enstitüsü’nü 1955’te bitirdi; Sivas, Hafik ve Şavşat’ta Türkçe öğretmeni olarak çalıştı. İlk romanı “Yılanların Öcü” 1958 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlandı. 1960 yılında ilköğretim müfettişliğine getirildi. Amerika’da Bloomington İndiana Üniversitesi’nde 1962-1963 yılları arasında ders araçları konusunda uzmanlık eğitimi gördü. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın başkanlığını ve Türkiye Öğretmenler Dernekleri Milli Federasyonu genel başkanlığını yürüttü. Milli Folklor Enstitüsü uzmanlığı, ODTÜ halkla ilişkiler ve yayın müdürlüğünün yanı sıra 1978 yılında Kültür Bakanlığı Danışmanlığı görevlerinde bulundu. 1979 yılında Almanya’nın Duisburg şehrine eğitim uzmanı görevi ile gönderildi. Yaptığı yoğun çalışmaların ardından 1996 yılında burada emekli oldu. Şiirle başladığı edebiyat yaşamına kısa öyküler ve köy notları ile devam etmiştir.
Bunlar Yeditepe, Yücel, Varlık, İmece, Yazın, Cumhuriyet gibi dergi ve gazetelerde yayımlanmıştır. İlk kitabı Çilli 1955 yılında çıkmıştır. Romanlarında genellikle kırsalı ve köy yaşamını, köylünün isteklerini, tepkilerini ve çelişkilerini ele almıştır. Yazdığı romanlarıyla birçok ödüle layık görülmüştür. Aldığı ödüllerden bazıları şunlardır:
TRT ve TDK, Sait Faik Hikaye Armağanı, Orhan Kemal Roman Armağanı’dır.
Yazar Baykurt, uzun süre pankreas kanseri tedavisi gördüğü Essen Üniversitesi Kliniği’nde 11 Ekim 1999 tarihinde hayata veda eder.

 Başlıca Eserleri:

Yılanların Öcü 1954 (roman)– Irazcanın Dirliği 1961 (roman)– Amerikan Sargısı 1967 (roman) – Tırpan 1970 (roman) – Köygöçüren 1973 (roman) – Keklik 1975 (roman) – Kaplumbağalar 1980 (roman)– Efendilik Savaşı 1959 (öykü) – Karın Ağrısı 1961 (öykü)- Anadolu Garajı 1970 (öykü)- Can Parası 1973 (öykü)- Gece Vardiyası 1982 (öykü)- 


Arka Kapaktan: 
Ankara’ya bağlı bir köydür Gökçimen. Bir tepenin eteğinde uzanır. Kızlarıyla nam salmıştır. Bu köyde, çayır çimenin yeşili kızların gözüne yansımıştır. Bu yüzden “göküş” olurlar. Biraz büyüyüp serpildi mi, birkaç altın akçaya yaşlı ve zengin adamlara verirler sorgusuz sualsiz. 

Velikul’la Havana’nın kızları Dürü de bu köyün göküş kızlarından biridir. İlkokul beşi bitirdiği o yaz, komşu köyün Evci’nin ağası Kabak Musdu bir görüşte vurulur Dürü’ye. Musdu’nun yaşı geçkin, parası ise ganidir. Gökçimen’den birkaç yandaş edinip kendine, çeler Dürü’nün babasının aklını, söz alır. Söz ağızdan çıkmıştır bir kere Dürü, Kabak Musdu’nun ikinci eşi olacaktır. Anası karşı çıkar; Dürü kıyametleri koparır. Daha önce onunla aynı kaderi paylaşan kızlar gibi kendini asmayı düşünür. Köyün akıllı delisi Uluguş Nine karşı çıkar bu fikrine. Sevdadan yanadır Uluguş; daha da önemlisi Gökçimen’in kızlarının kaderi değişsin ister. Ama nasıl? 

Kitabın Analizi & Yorumum:

İlkokul dördüncü sınıfı pekiyi dereceyle geçmiş ve yaz tatiline girmiştim. O tarihlerde tablet bilgisayar, akıllı telefon, oyun konsolları henüz daha yoktu. Karne hediyesi olarak ben de kitap almak istedim ve sabahtan köyün minibüsüne binerek şehre gittim. Kitapçıya girdiğimde heyecan içindeydim. Sağım solum, önüm arkam her yer kitaptı.
Hangi kitabı alacağımı şaşırmıştım. Bana kalsa hepsini almak isterdim ama annemin verdiği harçlıkla buna imkan yoktu. En fazla iki kitap alabilirdim. Ben de öyle yaptım ve iki tane kitap aldım. Bunlardan bir tanesi Fakir Baykurt’un “Keklik” isimli kitabıydı. Diğerini ise şu an hatırlayamıyorum. İşte Fakir Baykurt’u o yıllarda “Keklik” isimli kitapla tanımıştım. Kitabı çok beğenmiş, bir çırpıda okuyup bitirmiştim. O yaşta bile hiç ağır gelmemişti bana. Aradan yıllar yıllar geçti.
Tırpan adlı romanını e-kitap olarak okumaya başladım. Her gece uykuya dalmadan evvel birkaç sayfa çevirdim. Derken kitap beni öyle bir sardı ki geceyi bekleyemez oldum ve fırsat bulduğum her an gündüz de okumaya devam ettim. En nihayetinde dün akşam kitabın sonu yaklaşmaya başladığında kalbim küt küt vuruyor, bir yandan sayfaları yutarak okuyordum, bir yandan da çevirdiğim her sayfanın son sayfa olmasından korkuyordum. Velhasıl olmadı; maalesef kitabı dün gece 23:30 da bitirdim. 
Yazar bu romanında ülkemizin günümüz zamanında bile güncelliğini koruyan çocuk gelin ve ağalık düzenini işlemiş. Gökçimen köyünün fakir ahalisinden Velikul ve Havna’nın ilkokulu yeni bitirmiş 13 yaşındaki güzeller güzeli sarışın, yeşil gözlü Dürü’sü kitabın ana karakteri aslında. Komşu köyün ellisini geçkin zengin, yazarın tabiriyle varsıl ağası Kabak Musdu damda anasıyla bulgur sererken gördüğü Dürü’ye bir görüşte vurulur ve babasından kızı kuma (ikinci eş) olarak ister. İlk başta Velikul yok muk dese de, ağanın köydeki yardakçılarının da baskısıyla hizaya gelir. Kızcağızın anası Havana ise ilk başta Dürü gibi leh der illallah demez. Bu işe karşı çıkar. Ama kocasının zorbalığı karşısında sinmek zorunda kalır. Köyün yaşlı ve en ileri görüşlü ninesi Uluguş nine ile köyün kahvecisi Linlin Dürü’ye acıyan ve kollayan tek kişilerdir. Karısını öldüresiye döven, kızını ahıra kilitleyen Velikul kahveden eve döndüğünde elini kolunu bağladığı kızını kilitli ahırda bulamaz. Oysa her şeye rağmen düğün günü gelip çatmıştır. İşte köyde dananın kuyruğu o an kopar. Ayrıca kız almaya geldiklerinde Dürü’yü kızı gibi seven Uluguş nine öyle bir şey yapar ki bu her şeyin seyrini değiştirecektir.

İlk başta da söylediğim gibi roman o kadar akıcı ve sürükleyici ki, insan elinden bırakamıyor. Yazarın eserlerindeki o doğallığı, toplum bilim açısından baktığınızda da o zenginliği görmek mümkün. Karakterlerin ve kurgunun gerçekliği, kullanılan yalın ve şiirsel halk Türkçesinin mükemmelliği ise okuyanın kitaptan sonuna kadar lezzet almasını sağlıyor. Kahveci Linlin ve Uluguş ninenin önderliğinde köy kadınlarının zorbalığa karşı birlikte hareket etmesi ve Dürü’yü saklayıp koruması ne kadar sevindirici ise, olayların geçtiği zamandan günümüze dek süregelen 60-70 yıllık zamanda ülkemizde düşünsel anlamda hala birçok şeyin değişememesi de o kadar üzücü bana göre.


Yazarın diğer kitaplarını da okumak isterim ve Fakir Baykurt’u okumayı tüm kitapseverlere tavsiye ederim.

18 Ocak 2015 Pazar

Sarı Gelin


Bir kaç gündür okuduğum ve halen okumaya devam ettiğim bir kitap beni çok etkiledi.
Şu an için hangi kitap olduğunu söylemek istemiyorum. İnşallah bitirince ve bitirdikten sonra kendime gelince yorumlayacağım. Lakin sadece şunu söyleyebilirim, kitabı okurken şu müziğin de kitaba çok yakıştığını ve anlam kattığını düşünüyorum. 


9 Ocak 2015 Cuma

Üç Ölüm

KİTAP HAKKINDA:
Kitabın Adı: ÜÇ ÖLÜM
Yazarı: Ley Nikolayeviç TOLSTOY
Çeviri: Süheyl GÜVEN
Yayınevi: Bahar Yayınevi
Sayfa:124
Değerlendirmem:%75
Ne Buldum:Ölümün acı ve kaçınılmaz olduğu

YAZAR HAKKINDA:

Asıl ismi Ley Nikolayeviç Tolstoydur. Soylu, tanınmış bir ailenin çocuğu olarak 9 Eylül 1828 yılında Rusya’nın küçük bir kasabası olan Yasnaya-Polyana’da dünyaya geldi.
Çok küçük yaşlarda önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü.
 Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. Bir süre Kazan Üniversitesi’nde öğrenim gördü. Okulu bırakıp yaşadığı yere geri döndü. Çiftçilik yapıp kendini yetiştirdi. Halkını tanıdı.

Sonra sıkıldı, Moskova ve Petersburg’un hareketli ortamını tercih etti. Burada Fransızcasını geliştirdi. Voltair ve J.J. Rousseau’yu okuma fırsatı buldu. Bu iki yazar onun düşünce ve yazımına etki etti. 1851 yılında asker olan kardeşi Nikolay’ın yanına gitti ve orduya katıldı. 1852 yılında ilk kitabı Çocukluk’u yazdı. Kırım savaşını yaşadı. Savaşın yıkımını, çevresindeki ölümün dehşetini yaşadı. Savaştan sonra ordudan ayrıldı.  1857 yılında Fransa, İsviçre ve Almanya’yı kapsayan bir geziye çıktı. Tekrar Yasna’ya döndü. Köylülerin eğitimine ağırlık verdi. 1860-1861 yılları arasında bir Avrupa seyahati daha yaptı. Avrupa’daki eğitim sistemlerini inceledi. Ülkesine dönüşte eğitim dergisi çıkardı ve ders kitapları yayımladı.

1862 yılında huzur bulmak adına 16 yaşındaki Sophi Behrs ile evlendi. Bu evliliği ona aradığı huzuru sağladı ve 12 çocuğu oldu. Bunlardan 5 tanesi öldü. En muhteşem iki eseri olan Savaş ve Barış’ı 1865 yılında Anna Karenina’yı ise 1875 yılında yazdı. Dünya edebiyatının en büyük romanlarından Savaş ve Barış’ın yazımı tam 7 yıl sürdü. Anna Karenina’yı bitirdikten sonra bunalıma girdi ve intiharın eşiğinden döndü. Geniş halk yığınlarının, özellikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı.
1900’lerden sonra zamanının büyük bölümünü dini düşüncelere ayırdı, Hristiyan inancını sorgulamaya başladı ve kilise tarafından aforoz edildi. Bu dönemde Kroçyer Sonat, Efendi ile Uşak, İman Nedir, Kilise ve Devlet, İtiraflarım adlı eserleri yazdı.
82 yaşındayken 20 Kasım 1910 yılında Astoppya’da ıssız bir tren istasyonunda zatürreden yaşamını yitirdi.

Romanları: Savaş ve Barış – Anna Kareninna – Diriliş – İnsan Ne İle Yaşar- Hacı Murat – Kazaklar – Efendi ile Uşağı
Öyküleri: Aile Saadeti – Üç Ölüm – İki Süvari Subayı - Baskın


ARKA KAPAKTAN:

Aynı sonla karşılaşan iki hastanın, birisinin zengin tabakadan, diğerinin fakir halktan oluşu ele alınmış ve ölüm anına kadar her ikisinin de duyuş, görüş ve düşüncelerini en ince ayrıntılarına kadar çok güzel bir şekilde canlandırmıştır. Zengin hanımefendinin kaçınılmaz olan ölümden kurtulmak için çırpınışı, yabancı memlekete gitmek arzuları, ölümden kurtulmak için her çareye başvuruşu, buna karşılık yabancı arabacının kaderin cilvesine boyun eğerek; tevekkül ederek; ölümü bekleyişi gerçekten de hayatın tam bir ifadesi olarak canlandırılmıştır. Ve yine üçüncü ölüme sebep olan insanoğlunun karakterini göstermektedir. Zira hiçbir varlığın – menfaat karşılığı dahi olsa – bir diğerinin hayatını son vermeye hakkı olmadığını ve her varlığın, yaratılışı gibi ölümünü de tevekkül ederek Allah’tan bekleyeceğini göstermektedir. 


Kitabın Analizi & Yorumum:

Ayda bir kez olsa da tozunu aldığım kitaplığımda uzun süredir okunmayı bekleyen bu dünya klasiğinin rafta daha fazla toz yutmasına gönlüm razı gelmedi. Ayrıca yakın zamanda bir yakınımın ölmüş olması ve onun cenaze törenine katılmış olmam bu kitabı okumamda etkili oldu sanırım.
Malum dünya edebiyatının en tanınmış ve en ünlülerinden biri kabul edilen ünlü Rus yazar Tolstoy’un birçok öykü kitabı mevcut.  Ama ben bu dönemde “Üç Ölüm’ü” okumayı tercih ettim.
Bahar Yayınları tarafından 2004 yılında yayımlanmış, çevirisi Süheyl Güven tarafından yapılmış eser topu topu 124 sayfacık. Lakin bu kadarcık kısa sayfalara Tolstoy ölüm denilen kaçınılmaz olguyu çarpıcı bir anlatımla işlemiş.
Kitapta üç sıradan insanın ölümü anlatılmış. Bunlardan ilki zengin tabakadan diğeri fakir halktan bir kişinin ölüm anında yaşadıkları, hissettikleri en ince ayrıntısına kadar çok güzel bir şekilde gözler önüne serilmiş. Varlıklı hasta kadının kaçınılmaz son olan ölümden kurtulmak için başka bir memlekete tedavi olmaya gitme düşüncesi ve çaresiz çırpınışı, diğer yanda ise fakir köylü arabacı Hvdor’un kaderine boyun eğerek son nefesini vereceği anda veda edeceği ölümü bekleyişi çarpıcı ifadelerle anlatılmış. Arabacı Hvdor’un ölümünden önce genç arabacının gelerek ailesinden çizmelerini istediği anı okurken aklıma bizim bir atasözümüz geldi. “Koyun can derdinde, kasap et derdinde.”
Yahu bu ne sakat bir düşünce, zavallı adam orada  ölüm döşeğinde ecelle saklambaç oynuyor, sen tut  "çizmelerini bana verir misin" diye bangır bangır bağır. Bu ne gaddarlık. Bu ne terbiyesizlik. Ama buna rağmen zavallı hasta Hvdor, çizmeleri bu genç adama veriyor. 
Üçüncü ölüme gelince, yine fakir bir köylünün ızdırap dolu intiharı sonucunda gerçekleşen bir ölüm olayı. Zavallı köylü, yeni yetme döneminde hayatın ve kötü kaderin bir oyununa alet oluyor ve hırsızlık damgası yiyor. Tam da bu damgadan kurtulmak için önüne bir fırsat çıkmışken kader ağlarını yine örüyor ve çaresiz genç köylü bunu gururuna yediremiyor ve acı da olsa, zor da olsa onursuzca, gurursuca yaşamaktansa ölmeyi  tercih ediyor. Ne acıdır ki gerçek ortaya çıkıyor ama
İş işten geçmiş oluyor elbette. Kör talih. Başka ne diyebilir ki insan. Evet işte böyle birkaç saat içinde okuyup bitirdiğim kitaptı.
Yalın, sade ve anlaşılır bir dille kaleme alınmış güzel bir eserdi.
Kısa ve öz olmakla beraber çarpıcı tespitlerle ölüm anlatılmış.
Yazarın bir Fransa gezisi sırasında giyotinle bir ölüm anına tanıklık etmesi
Yaşamında dönüm noktası olmuştur. Bununla ilgili detayları başka bir zamanda ele almanın daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Şimdi bu üç ölüm hikâyesinden sonra takatim kalmadı doğrusu:(

2 Ocak 2015 Cuma

Mevlid Kandili


Bu gece Mevlid Kandili. Mevlid, kelime anlamı doğum zamanı demektir. Mevlid gecesi Rebiul-evvel ayının 11. Ve 12. günleri arasındaki gecedir. Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V.)’ in doğum günü ve bütün Müslümanların bayram günüdür.
Hz. Adem aleyhisselam, cennette yasaklanan şeyi unutarak yedikten sonra yeryüzüne indirilince yüce Allah’a şöyle duada bulunmuştur:
”Ya Rabbi, senden Muhammed (S.A.V.)’in hakkı için beni bağışlamanı istiyorum.
 Yüce Allahü Teala sorar: “Ya Âdem, henüz yaratmadığım halde Muhammed’i sen nasıl bildin”

Hz. Adem cevap verir:”Ya Rabbi, sen beni kudretinle yaratıp bana ruh verdiğinde başımı kaldırdım. Arş-ı Ala’nın ayaklarında “La ilahe illallah Muhammed’ün Resullullah” yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen isminin yanına ancak mahlûkatından sana en sevgili olanın ismini koyarsın.”
Allah’ü Teala’da Hz. Âdem peygamberi habibi Hz. Muhammed Mustafa’nın ismi hürmetine affeder. 

Hafız Muhammed İbni Cezeri Şafii diyor ki: Ebu Leheb’e (Peygamberimizin amcası) rüyada hali sorulduğunda, çok azap çekiyorum. Ancak, Resullullah’ın dünyaya gelişini müjdeleyen cariyemi sevincimden azat ettiğim için, her yıl, Rebiul-evvel ayının 12. geceleri, azabım hafifliyor.

Düşünebiliyor musunuz, Ebu Leheb gibi azgın bir kafirin azabı hafifleyince, O yüce Peygamberin ümmetinden olan bir müminin, Onun doğduğu gece için sevinmesi, ibadet etmesi, Allah’a dua etmesinden ne kadar büyük bir sevap kazanılacağını.

Bu vesile ile bu mübarek ve önemli gecede Peygamberimize salavat getirmek, ona dua etmek, hayır yapmak, düşkünlere yardım etmek en büyük ibadetimiz ve görevimiz olmalı. Elimizden geldiği kadar dua edelim. ALLAH yaptığımız ve yapacak olduğumuz dualarımızı dergahı izzetinde kabul buyursun İNŞALLAH…