Kitap Hakkında:
Yazar Jerome K.Jerome
Çeviri: Ayşegül Çetin Tekçe
Yayınevi: Bordo Siyah Yayınları
Sayfa:311
Ebat:12x21 cm
Verdiğim Not: %70
Ne Buldum: Şahane betimlemeler
Yazar Hakkında:
Bir hırdavatçının dördüncü çocuğu olarak 2 Mayıs 1859
yılında İngiltere’nin Walsall kasabasında doğdu. Paulina ve Blandina adlı iki
kız kardeşi erken yaşta ölmüştür. Milton adında da mir erkek kardeşi vardı.
Daha henüz 15 yaşındayken babasının ölümü üzerine iş bularak çalışmasını gerektirdi.
Kuzey Batı Demiryolu şirketinde 4 yıl çalıştı.
1877 yılında ablası Belinda’ya duyduğu sevgiden
esinlenerek tiyatrocu olmaya karar verdi. Lakin kısıtlı imkânlar ve parasızlık
burada da başarılı olmasını engelledi.
21 yaşına gelince artık meslek değiştirmesi gerektiğine
karar vererek gazetecilik ve yazarlığa adım atmak istedi ama başvurduğu birçok
şirketten geri çevrildi.
Beklediği başarıya nihayet 1885 yılında Açık Sahne isimli
eseriyle kavuştu. Daha sonrasında bunları Ev Çanları ve Teknede Üç Adam izledi.
21 Haziran 1888’de Georgina Elizabeth Henrietta Stanley ile evlendi. Bu eşinin
ilk evliliğinden bir de kızı vardı.
Eşiyle gerçekleştirdiği balayı sonrası yazdığı Teknede Üç
Adam’la ünü yayıldı.
1889 yılında yayımlanan kitap ilk yirmi yıl içinde bir milyondan
fazla satış yaptı.
1902 yılında otobiyografik romanı olan Paul Kelver’i
yazdı.
1927 Haziran başında felç geçiren yazar Northampton
Devlet Hastanesinde iki hafta tedavi görmesine rağmen iyileşemeyerek 14 Haziran
1927 yılında hayata gözlerini yumdu.
Arka Kapaktan:
Bu kitabın esas güzelliği ne edebi üslubunda, ne de
faydalı bilgileri içermesinde. Onu bu kadar güzel kılan yan alabildiğine dürüst
oluşu. Bu sayfalarda da gerçekten yaşanmış olaylar anlatılıyor. Yazarın tek
yaptığı bu olayları biraz daha renklendirerek katkıda bulunmak; George, Harris
ve Montmorency şiirsel varlıklar değil etten kemikten canlılar.
Bu kitaptan çok
daha derin düşünceler ortaya koyan, insan doğasına dair çok daha kapsamlı
tahliller içeren başka eserlerde vardır mutlaka; ümitsizlik derecesinde, iflah
olmaz bir dürüstlük söz konusuysa, henüz bu kitabı geride bırakacak başka bir
esere rastlamadım. Londra, Ağustos 1889, basımından.
Teknede Üç Adam: Hayat zaten kendiliğinden gülünçtür.
Kitabın Analizi
& Yorumum:
Herkesin samimi, can ciğer olduğu, yediği içtiği ayrı
gitmeyen, üç beş arkadaşı mutlaka vardır. İşte “Teknede Üç Adam” adlı kitapta
da böyle üç kafa dengi İngiliz arkadaş ve bir köpeğin sıradan günlük
yaşamlarından ufak bir kesit sunuluyor. İnsanın aklına peki bu üç gencin olağan
yaşamlarını bir kitapta anlatmaya değer ne olabilir diye bir soru gelebilir.
Kitabın sayfalarını çevirdikçe sorunun cevabını yavaş
yavaş alıyor insan. Sıradan üç ahbap çavuşun çıktıkları tekne gezisi ve gezide
yaşadıkları saçmalıklarla dolu maceraları ilginç bir yapıya kavuşturularak
komik bir şekilde anlatılmış kitapta.
Yazar ayrıca yaşanan bu sıradan, sıradan olduğu kadar
komik tekne gezisinin aralarına roman kahramanlarının başlarından geçen ya da
duydukları farklı kısa hikâyeleri de serpiştirmiş. Bu okuyucuda zaman zaman
olayların gerçek akışının unutulmasına sebep verecekmiş hissinin yaşanmasına
sebep verse de aslında yazarın roman karakterlerinin ağzından aktardığı
hikâyeleri bilinçli olarak yaptığı ve bunu bir teknik olduğu anlaşılmakta.
Hayatımda ilk defa bir kitabı okurken, hem de yorgun ve
uykusuz olduğum bir nöbet bitiminde gecenin üçünde gülmekten kendimi alamadım.
Kitap tamamen komikliklerle mi dolu? Yo hayır. O kadar şahane tasvirler var ki
böylesi ender bulunur açıkçası. Yazarın şu nehir yıldız ve güneş
betimlemelerine bayıldım. Sizce de harikulade değil mi?
"fakat hava soğuyup göğü kara bulutlar kapladığında,
ağlayan bir kadının gözyaşları gibi yağan yağmurun altında titrerken insanın
yüreğini üşütür bu nehir. Kıyıdaki ağaçlar toprağa çöken sisin içinden sessiz
hayaletler gibi yükselir, kötülük dolu gözleriyle her an insanın üzerine
atılacakmış gibi pusuda beklerler sanki. işte o zaman o sevecenliğinden eser
kalmaz nehrin; pişmanlıklarla dolu bu toprakların içinden akıp giden lanetli
bir nehre dönüşür.”
“Sanki yıldızlar
toprak anayla konuşmak için biz insanların uyumasını beklemişlerdi. Şimdi de
çocuklar duymasın diye fısıldayarak konuşan anneler gibi, derinden gelen bir
sesle bizlerin akıl erdiremeyeceği gizemli olaylardan söz ediyorlardı.
Buz gibi berrak ışıklarıyla ne gariptir şu yıldızlar…”
“güneştir bu doğaya hayat veren. O bulutların ardında
kaldığında tabiat ananın güleç yüzü kararır, gözlerindeki sevinç pırıltıları
sönüp gider. Kocası ölmüş dul bir kadın gibi içine kapanır, sanki biz
çocuklarını artık sevmiyormuş, umursamıyormuş gibi duygusuz, bomboş bir
ifadeyle bakar bize. Bizlerse annelerinin etrafını sarıp ellerine dokunan
çocuklar gibi onun o kederli yüzüne bakar, sevecen bir bakış, bir gülümseme
görmek için boş yere bekleriz."
Yazar genç adamların başından geçen trajikomik olayları
nasıl mizahi bir dille anlatmışsa da bence asıl ustalığını yaptığı bu muhteşem
şairane betimlemelerle konuşturmuş. Bununla da dili ne kadar ustaca kullanan
bir yazar olduğunu okuyucuya göstermek istediği açıkça ortaya çıkıyor.
6-7 yıl evvel çok cüzi bir fiyata aldığım kitabın –kaldı
ki fiyatı hala çok uygun- beni cezbeden yanının fiyatı olmadığı kesin. Sanırım
kitap kapağındaki teknede üç adam görüntüsü ilgimi çekmişti.
Bu kitap kesinlikle günlük güneşlik bir temmuz ayında ya
da bir mayıs akşamında okunmamalı. En güzel okunacağı zaman havanın kapalı
olduğu, sonbahar mevsimi ya da bol yağmurlu bunalıma girdiğiniz bir anda
okunmalı. Zira ruhunuzun sıkıldığı, yüreğinizin daraldığı bir anda anti
depresandan daha etkili geleceğini, zihninizi boşaltıp, bedeninizi rahatlatacağına
garanti verebilirim.