Sayfalar

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Ağrı Dağı


Birçok bilim insanının dağımızın sırlarla dolu olduğuna dair açıklamaları var, ki bunlardan en önemlisi büyük tufan sonrası Hz. Nuh Peygamber’in gemisinin kalıntılarının dağın zirve veya eteklerinde toprak altında saklı olduğuna dair olanıdır. 
2.Dünya Savaşı sırasında birçok pilot dağ üzerinden uçuş yaptığı esnada Hz.Nuh’un gemisi’ne ait kalıntıları gördükleri iddiasında bulunmuşlardır.


Bu iddialara çok daha evvelinden inanan ve bundan tam 186 yıl evvel 19 Ağustos 1829 tarihinde Profesör Parrot ve beraberindeki 7 dağcı arkadaşı daha o zamanlarda dağın gizemine kayıtsız kalamamışlar ve ülkemizin 5137 m ile en yüksek dağına keşif tırmanışına geçerek ilk kez zirveye ulaşan dağcılar olmuşlardır.  
İşte o günden sonra bu gizemi çözmeye çalışan onlarca dağcı, sporcu yada bilim insanı defalarca araştırma yapmak üzere ülkemize gelerek Ağrı Dağı'nda incelemelerde bulunmuşlardır.
Gel gelelim dağın zirvesi dört mevsim karla kaplı olduğundan ve krater ağzı 5 km çapında buzulla örtülü olduğundan hiç kimse gerçeği ortaya çıkartamamıştır.

Oysa bir gerçek var ki, oda üzerinde yaşadığımız, adına Anadolu dediğimiz bu verimli ve eşsiz güzellikteki topraklar yüzlerce yıldır sırları ve de gizemleriyle atalarımızın ve bizlerin yurdu olmuştur. Bu ve bunun dışındaki sayısız gizemlerle dolu ülkemiz onun içindir ki, bizim dışımızdaki milletlerin ve toplulukların gözdesi olmuş ve olmaya devam edecektir. 

BU MUHTEŞEM ÜLKEYİ SEVİYORUM… 
CANIM TÜRKİYE'M…

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Marmara Depremi (17 Ağu. 1999)


MARMARA DEPREMİ

17 Ağustos 1999 gecesi Marmara’da herkes huzurla derin uykuya dalmıştı.  Duvarlarda, masalarda ve kollardaki saatler 03:02’yi vurduğu anda birden tarifi mümkün olmayan, kalpleri korkudan durduracak kadar ürkütücü bir gürültüyle tüm Marmara beşik gibi sallanmaya başladı. Yaşlısı, genci, bebeği, gelini, kızı, hastası, sağlamı bulundukları yerleri terk edemeden saniyeler içinde beton yığınlarının altında, duvarlar arasında, toprak altında kalarak hakkın rahmetine kavuştu. O gün tamı tamına 18 bin 373 insanımızı kaybettik.

 Yüksek binalardan savrulanlar, pencereden dışarıya atlayanlar, göçük altından çıkarılanlar ve yaralı olarak kurtulan 48 bin 901 kişi şanslı mıydı yoksa... İşte yoksadan sonrasını söylemeye dilim varmıyor.
Annesini, eşini çocuklarını, evinin direğini, asker oğlunu, yurtta öğrenci kızını ve komple tüm akrabalarını kaybeden insanlar ne kadar şanslı ise o kadar şanslıydılar.

Bizlerin yürekleri köz gibi yanmış, içimiz parçalanmıştı. Ama yapacak ve söyleyecek bir şey yoktu. Yüce yaratıcı verdiği canları tekrardan o anda geri almıştı. Toprak 18 bin insanımızı bağrına basmıştı.
Allah ülkemize ve tüm insanlığa böyle büyük elem verici acıları tekrardan yaşatmasın inşallah.
17 Ağustos Marmara depreminde hayatını kaybeden tüm insanlarımızın ruhları şad, mekânları cennet olsun. 


10 Ağustos 2015 Pazartesi

Bir Osmanlı Yazı

Kitabın Adı: Bir Osmanlı Yazı
Kitabın Yazarı: Melih Esen Cengiz
Yayınevi: Altın Kitaplar
Sayfa: 400
Ebat: 14x20 cm
Basım: İstanbul, 2012
Ücreti: 20 TL
Değerlendirmem: % 85
Ne buldum: Türk Musikisi esintisi tadında tarihi bir roman...

Yazar Hakkında:

1954 yılında Ankara’da doğdu. Çocukluğu Gönen’de geçti. Darüşşafaka Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde iktisat, New York Syracuse Üniversitesi’nde işletme öğrenimi gördü. Uzun yıllar özel sektörde yönetici olarak çalıştı.

1992 yılında birkaç arkadaşıyla birlikte 1907 Fenerbahçe Derneği’ni kurdu. Yazmaya üniversite yıllarında senaryolarla başladı. 2009 yılında Fenerbahçe’nin ilk yüzyılını anlatan Asr-ı Fener kitabını derledi ve yayıma hazırladı. Amatör olarak 20.yüzyıl tarihiyle ilgilenen yazar özellikle Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı dönemlerini çalışmaktadır.Şiir denemeleri de bulunan yazarın son romanı marlene’in Yetimi Nisan 2013 tarihinde raflardaki yerini aldı. Evli ve iki çocuk babasıdır.

ARKA KAPAKTAN:

Şarkılarını söylemekten asla vazgeçmediler…
Balkan bozgunun acısının henüz silinmediği hüzünlü yıllar. Jöntürk Devrimi’yle sona eren istibdat döneminin ardından Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi kulüpler kuruluşlarını ilan etmiş, öncesinde sadece Çamlıca ve Göksu’da bir araya gelebilen  kızlı erkekli gençlerin birbirlerine aşk mektuplarını ilettikleri yerlere spor sahaları da eklenmiştir.
Ancak, 1914 yazının ortalarında dev Alman zırhlıları Goeben ve Breslau’nun İngilizlerden kaçıp Boğaz’a demir atmasıyla kentin üzerine kara bir bulut çöker. Türk donanmasına katılan bu iki zırhlı maalesef ki tüm imparatorluğun kaderini kökünden değiştirecektir. İstanbul sokaklarını dolduran binlerce Alman denizciyle kurulan dostluklar neticesinde, Fenerbahçe ile Goeben takımı arasında bir karşılaşma düzenlenir. Bu maçın ardından Rusya şampiyonu Odesa tarafından ülkesine davet edilen Fenerbahçe, Büyük Petro vapuruyla yola çıkar. Şenliklerle karşılandığı bu ışıltılı liman kentinde Hariciye Nezareti’nden gelen kriptolu telgrafla gençlerin yaz rüyası sona erer… Donanmayı hümayun zırhlılarının ocaklarına daha çok kömür atılırken, doldurulan topların emniyeti açılmış, harp düzenine geçilmiştir.

Kitabın Analizi & Yorumum:

1914 yılının Ağustos ayında Akdeniz’de seyretmekte olan iki Alman savaş gemisi Goeben ve Breslau İngiliz gemilerinden kaçarak boğaza giriş yapar. Her iki gemi de Osmanlı donanmasına katılarak Yavuz ve Midilli isimlerini alırlar. Gemideki bahriyeliler aynı zamanda futbol da oynamaktadırlar. Adını duydukları Fenerbahçe futbol takımı ile bir maç yapmak isterler.
Fenerbahçe kulübü yetkilileri kendilerine ulaşan bu habere çok sevinirler ve Goeben takımı ile bir maç organize edilir. Maç Papazın Çayırı denilen yerde oynanır ve berabere sonuçlanır. Bu maçla birlikte iki takım oyuncuları arasındaki dostluk pekişir.
Bu maçın haberi kısa sürede Rusya şampiyonu Odesa tarafından da duyulur ve onlarda Fenerbahçe ile bir maç yapmayı çok isterler. Fenerbahçe Odesa takımının davetlisi olarak Büyük Petro Vapuru ile Odesa’ya yola çıkar. Orada kendilerini çok samimi ve sıcak karşılarlar. Oysa Osmanlı Devleti Balkan savaşından yeni ve yenik çıkmış, askerleri yorgun ve bitap düşmüş durumdadır. Tüm bunlara rağmen Osmanlı’nın yakın zamanda 1.Dünya Savaşı’na dahil olacağından elbette her iki takım oyuncuları da haberdar değillerdir. Yapılan futbol maçı dostluk içerisinde berabere sonuçlanmıştır. Türk ve Rus futbolcular da birbirleriyle dost olmuş iyi arkadaşlıklar kurmuşlardır. Bun bir neticesi olarak Odesa takımını İstanbul’a maç yapmaya ve misafir etmeye davet ederler.
Aniden İstanbul’dan gelen geri dönün uyarısı ile apar topar Büyük Petro Vapuru ile geri dönerler. Birkaç gün sonra da Goben ve Breslau zırhlıları Karadeniz’e girerek Odesa şehrini ve limanda bulunan gemileri bombalar. Osmanlı da aslında Almanların planlı bir hilesi ile fiilen savaşın içine çekilir ve savaşa ortak olur.
Futbol maçlarının konuşulduğu, anıların anlatıldığı, özlemle sıladaki sevgililerden bahsedildiği, Çamlıca Tepesinde ilk aşkların başladığı, aşk mektuplarının elden verildiği,
Henüz daha örf ve adetlerin uygulandığı ve saygıda kusur edilmediği, barut kokusunun ve top seslerinin yankılandığı bir 1914 yazından daha fazlasını kitapta bulmak mümkün.

Yaptığım ufak çaplı araştırmada da gördüm ki “Bir Osmanlı Yazı” tarihi gerçeklere dayanan ve iyi kurgulanarak yazılmış ilginç bir roman .
 Romanın kahramanlarına gelince bunlar Fenerbahçe-Goeben ve Odesa futbol takımının oyuncuları ve bunların çevresinde bağlantılı olduğu insanlar.
 İlk başta sıkıcı gibi başlasa da okumaya devam ettikçe ilerleyen sayfalarda merak ve heyecan sarıyor insanı. Yazarın amacının Fenerbahçe futbol takımını ön plana çıkarma isteği ve niyetinde olmadığını düşünüyorum. Farklı ülke insanının ya da sporcularının
Yaşadıklarını insani yönden ele alarak tarihi gerçekler içerisinde harmanlayan yazar, spor müsabakaları ile yolları kesişen Arslanyan, Sabri, Georgi, Miço Ahmet İzzi, Wolf ve diğer birçoğunun kurdukları dostlukları, düşünceleri, ilk aşkları, savaşın getirdiği acı ve ölümü romanda çok akıcı ve yalın bir dille anlatmış. 
Özellikle romanın son kısmında Çanakkale Cephesinde askerlik görevine başlayan Fenerbahçeli futbolcu Ahmet İzzi’nin ve silah arkadaşlarının İngilizlerin açtığı ilk bombardımanda şehit olduğu sahnenin anlatıldığı bölüm ve şehitlerin cenaze namazının kılındığı sahne tam bir duygu seli diyebilirim. Hele imamın düşüncelerini dile getirdiği sahnede koptum. Boğazıma adını koyamadığım bir şey düğümlendi, yüreğim kabardı sonunda da gözlerimden yağmur gibi yaşlar aktı.
Romanı satın alırken sıradan bir Osmanlı yazında klasik Türk müziği esintisinde
bir yaşanmışlık bekliyordum açıkçası. Ama gördüm ki romanda çok fazlası varmış...
Keyifli okumalar dilerim.