ÇOCUKÇA RÜYALAR
Uzun bir aradan sonra bugün yine doğduğum ve çocukluğumu
geçirdiğim köyümdeyim. Tek bir fark var, bugün artık çocuk değilim. Yetişkin,
genç bir adam olarak köyümdeyim. Ayak
bastığım andan itibaren yaşadığım şehre dönüşü düşünmüyorum. Oh! Zaman ve
iletişim araçlarıyla da bir bağlantım yok.
Horozların sesiyle uyanır uyanmaz kırlara çıkıyorum. Ana yolda bir
müddet yürüdükten sonra bilmediğim bir patika yola giriyorum.
Yaşadığım şehirde görmediğim ve karşılaşma ihtimalimin
dahi olmadığı bitki türlerini hayranlıkla izliyor ve nemli bir sabahla
karşılaşıyorum. Her yerde alabildiğine yetişen çiçek ve yeşilliklerin üzerini
çiğ tanecikleri kaplamış. Toprak dahi güneşin henüz yeni doğmuş olmasını fırsat
bilerek gecenin ıslaklığını üzerinden atmamış. Yol aldığım patika, dere
yataklarının eteklerinden bir aşağı, bir yukarı köyün dışında kıvrıla kıvrıla
devam ediyor. Dilime, eski bir türkünün melodisi dolanıyor ve hafif hafif ıslık
çalıyorum.
Gördüğüm her bir çiçek, dokunduğum her bir nebat
düşüncelerimdeki açlığı doyurmaya şimdilik yetmiyor. Şu eşsiz ve muhteşem
manzara karşısında mümkün olup olmayacağını bilmiyorum ama, doyumsuz yaşamı
kucaklamak istiyorum.
Bilinçsizce takip ettiğim patika nihayet beni eşsiz bir
düzlüğe çıkarıyor. Düzlüğün eşsizliği, gözün alabildiğine her dört bir tarafın
kıpkırmızı gelincik bahçesi ve tam orta yerinde yükselen kocaman ve yemyeşil
bir çam ağacının bu manzarayı tamamlıyor olmasından. Bu müstesna ve muhteşem
manzara beni mutluluktan çılgına döndürüyor. Sevinçten ne yapacağımı şaşırıyor,
başımı göğe kaldırarak kendi etrafımda dönmeye başlıyorum. Bir yandan da,
beklemediği bir anda çok güzel bir oyuncağa kavuşmuş şen çocuklar gibi
kahkahalar atarak gülüyorum. Uzun yıllardır hiç bu kadar mutlu olduğumu
hatırlamıyorum. Beni bu şekilde gören
birisi olsa kesinlikle çıldırmış olduğumu düşünür. Varsın deli sansınlar, en
azından deli olduğumu düşünceklerinden kimse yanıma yaklaşarak beni rahatsız
etmez.
Yakınımda olacak ki, şakıyan güzel sesli bir kuş
düşüncelerimden kurtulup kendime gelmemi sağlıyor. Bu sefer de, bu huri sesli
kuşu görebilmek için, bütün vücudumla kulak kesilip sesin geldiği noktayı tam
olarak tespit etmeye çalışıyorum. Etrafıma dikkatlice bakınmama rağmen bu güzel
sesli kuşu göremiyorum. Bulunduğum yerde hiç kıpırdamadan duruyorum. Hareket
ederek çıkaracağım ufak bir gürültünün bu güzel sesli kuşu ürkütüp bulunduğu
yerden uçuracağını da biliyorum. Fakat çıt dahi çıkarmadığım halde sağımdan,
yanıbaşımdan kuş uçuveriyor bir anda. Başımı çevirip baktığımda ise kuşun
gökyüzünde çoktan yükselmiş olduğunu farkediyorum. Ama ne cins bir kuş olduğunu
seçemiyorum. Ah bir görebilseydim diyerek iç geçiriyorum. Sonra da, varsın ben
görememiş olayım ve özgürce uçup masmavi gökyüzünde kanat çırpsın diye kendimi
avutuyorum.
Bütün bu güzelliklerden adeta mest olmuş bir halde vaktin
nasıl geçtiğinden habersiz çam ağacının altında buluyorum kendimi. Sırtımı, bu
perilerden daha güzel koyu yeşil yapraklı çam ağacının gövdesine dayayarak
ayaklarımı çimenlerin üzerine uzatıyorum.
Derin bir nefes çekerek temiz ve serin oksijenle
ciğerlerimin bayram etmesini sağlıyorum. Kısa bir süreliğine de olsa, içime
misafir olan temiz hava şehrin kirli havasına alışmış olan bedenimde
çok pozitif etki yaratıyor. Başım dönüyor. Gözlerimi kapatıyorum.
Apansız, kulakları çınlatan mekanik bir ses gözlerimi
açmama neden oluyor. Yastığımın yanıbaşında zır zır çalan masa saati vaktin
altı olduğunu söylüyor, bu asabımı bozuyor. Bir anda, gördüğüm tatlı rüyanın
büyüsü kayboluyor... :(