Sayfalar

16 Haziran 2018 Cumartesi

FOTOĞRAF SADECE FOTOĞRAF MIDIR?


Birçoğumuzun zaman zaman karıştırdığı bir olaydır resim ve fotoğraf. Resim nedir, fotoğraf nedir çok aldırmayız. İkisi de aynı şeymiş gibi konuşuruz genellikle. İkisinin de aynı şey olduğunu zannetsek de geri planda zihnimizi kurcalayıp durur bu kelimeler. Şimdi fotoğraf dedim ama doğrumu söyledim diye. Hâlbuki ikisinin arasındaki fark çok basittir; fotoğraf çekilir, resim ise çizilir. Aralarındaki tek fark budur aslında.

Fotoğrafı çekmek için bir aygıta ihtiyaç varken, resmi bir kalemle veya bir kömür parçasıyla da çizebiliriz; hatta bir taş veya çubukla bile… Bu, resmi nereye çizdiğimize bağlı biraz da.
Daha ilk çağlarda insanların mağara duvarlarının üzerine, kayaların üstüne resimler çizdiklerini biliyoruz.
Fotoğraf çekmek için kullanılan fotoğraf makinesi ise çok da uzak olmayan bir zamanda icat edilmiştir.
Bu bilgiler ışığında bildiğimiz gibi Dünya tarihinde resim, fotoğraftan daha eskidir.

Fotoğraf mı resim mi? diye sorarsanız bu başlı başına ayrı bir konu, müsait bir vakitte üzerinde uzun uzadıya konuşmamız gerekir. Her ne kadar iyi bir fotoğrafçı olmama rağmen şunu da itiraf etmeliyim ki, güzel resim çizebilmeyi hep istemişimdir. Güzel resim çizenlere ise hep gıpta etmişimdir. Ama yapacak bir şey yok, olmazsa olmaz. Herkesin kendine göre yaptığı iyi şeyler vardır. Benim de kendime göre meziyetlerim yok değil hani.

Neyse konuyu dağıtmayalım ve fotoğrafla devam edelim. Evet fotoğraf makinesinin icat edilmesi 1800 lü yılların ilk çeyreğini bulmuştur. Kim kaç yılında nasıl icat etmiş çokta önemli değil bana göre.
Kaldı ki bu bilgiyi bilsen sana kazandıracağı çok da bir şey yok aslında. Zira artık 7’den 77’ye herkesin evinde demiyorum cebinde ve elinde fotoğraf makineleri var. 

Beş on yıl öncesine kadar insanlar fotoğraf makinelerini kılıfından çıkartıp özel günlerde yaşadığı güzel anları, birliktelikleri çekerlerdi. Bunu yaparken de şık giyinip saçlarını o biçim tararlar ve genellikle en neşeli, en mutlu anlarını fotoğraflarlardı. Ya şimdi, şimdi öyle mi?
Elimizdeki fotoğraf makineleri ile yaşanan her anın fotoğrafını çekiyoruz. Bazıları o kadar aşırıya kaçıyor ki bunun için ölüyor bile... Bu da üzerinde düşünülmesi gereken ayrı bir konu...
Hiç kimse fotoğrafta eksik yanının çıkmasını istemiyor ve istemez. Oysa doğal olsak ne güzel olurdu değil mi?.

Evet eskiden fotoğraf çekildikten sonra bunlar özel fotoğraf stüdyolarında tab ettirilir ve fotoğraf kâğıdına bastırılırdı. Sonra özel olarak alınan fotoğraf albümlerinde itinayla saklanır ve eve bir misafir geldiğinde, sohbet koyulaşmaya başlayınca tavşankanı çaylar yudumlanırken elden ele dolaştırılır ve her bir fotoğrafın üzerinde dakikalarca konuşulacak bir şeyler bulunurdu. Ne günlerdi ama o zamanlar değil mi ya …?

Gelin şimdi foroğrafa bir başka boyuttan bakalım; ne dersiniz.
Fotoğraflar, iki boyutlu parlak kâğıt parçaları. Onlar gerçekten düşündüğümüz gibi değerli midir? Onları bu kadar değerli kılan içerisine yerleştirdiğimiz albümler, küçük sedef işlemeli kutular mıdır? Yoksa kâğıt parçası üzerinde gördüğümüz ve çoğu zaman tanıdık kişiler, doğduğumuz topraklar, yaşadığımız şehirler, caddeler ve anlar mıdır?
Fotoğraf sadece bunlardan ibaret olamaz.
Oysa fotoğrafların bir de görünmeyen yüzleri vardır; memleket kokmayan, anne diye sarılamayacağınız, oğlum deyip havaya atıp kucaklayamayacağınız, kızım deyip öpemeyeceğiniz, baba diye sırtınızı dayayamayacağınız…

Fotoğraflar sizi anlayamazlar, donuk donuk yüzünüze bakarlar. Bakarken, iyi bir arkadaş, vefalı bir dost, canınızdan kanınızdan bir kardeş gibi gözyaşınızı da silemezler. O size bakarken buz keser vücudunuz. Siz ona baktıkça da her bir köşesi içinize batar, yüreğinizin en hassas yerinden yaralar sizi ve burnunuzun direğini sızlatır; ve fotoğrafı tuttuğunuz elleriniz kanar usul usul ve sessizce, için için ağlar kalbiniz.

Yıllar sonra elinize alıp baktığınız, rengi hafiften sararmaya başlamış bu kağıt parçası acı verir size. Nefesinizi keser ve kalbinizin sıkıştığını hissedersiniz. Dudaklarınızı dişlerinizin arasına alır ısırırsınız farkında olmadan, derin bir ah ya da off çekersiniz.
Acıyla, özlemle, hasretle, minnetle, pişmanlıkla, bazen öfkeyle, kimi zaman nefretle, sevgiyle ve şefkatle iç içe geçmiş karma karışık duyguların içinde heder olursunuz.

Bulunduğunuz zamanı ve mekanı unutup dalıp gidersiniz farklı bir hayal alemine. Bazen çıkmak istemezsiniz fotoğrafta içerisine girdiğiniz mekandan, kendinizi oranın bir parçası görürsünüz ve kala kalakalırsınız orada.
Zihninizde yaratmaya ve yaşamaya başlarsınız o anları, bazen de öyle bir an gelir ki bir anda hiddetlenir yırtıp atmak istersiniz ya da bir çılgınlık yapıp parça parça yırtıp savurursunuz etrafa, o onlarca yıllık fotoğrafı.
Bazen de fotoğrafa baktıkça kızarsınız ama başınızı bir sağa bir sola çevirip "ya boşver, olan olmuş" der affedersiniz. Ne güzel bir hatıra der göğsünüze bastırıp orada içinize, yüreğinize gömmek istersiniz, tıpkı her şeyi zamanın içine gömdüğümüz gibi...
Ya siz, fotoğraf için siz ne dersiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder