1908 yılında II.Meşrutiyetin ilanından sonra onlarca yıla
yakın zamandır hükümranlığımız ve korumamız altında yaşamış olan devletler dış
devletlerin kışkırtması ve destekleri ile Osmanlı’ya cephe almış, savaş
açmışlardır.
Koskoca imparatorluksa atılan yanlış adımlardan dolayı
zaman içinde küçüle küçüle bir avuç Anadolu kalmıştır. Onu da parçalamak için
sömürgeci devletler göz dikmiş, yıllardır planlı bir şekilde uygulamaya
koydukları senaryoyu 1914 yılında 1.DÜNYA savaşı’nı çıkartarak gerçekleştirme
yolunda ilk adımı atmışlardır.
Vatanımızın her bölgesi gözünü hırs bürümüş sırtlan
düşman devletleri tarafından bir bir işgal edilmeye başlamıştır. Lakin
bilmedikleri bir şey vardı. Bu Millet sıradan bir Millet değildi. Bu Millet
Alemlerin Rabbi tarafından yeryüzünde seçilmiş asil bir milletti. Bilmedikleri
bir şey daha vardı; o da bu millet zora düştüğünde her zaman içinden liderlik
edecek cesur, gözü pek ve zeki birisini çıkartabilirdi.
Bu seferde öyle olmuştu. Dört yıl boyunca Anadolu
topraklarını işgal eden, eziyetin, işkencenin, kahpeliğin bin bir türlüsünü
insanlarımız ve topraklarımız üzerinde denemekten ve uygulamaktan çekinmeyen
İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar, Yunanlılar ve maşaları, geçici bir
hâkimiyet kurduklarının farkında olmadan kendilerince afyon yutmuş maymun
mahmurluğu içindeydiler.
Yüce Allah’ın izniyle, insanüstü bir azimle liderlik
vasıflarını da kullanarak, arkadaşlarıyla birlikte milletini düştüğü bu kötü
durumdan kurtarmaya çalışan Mustafa Kemal vardı. Stratejik hamleleri askeri
dehasını kullanarak bir bir gerçekleştirmeye başlayan büyük kumandan, asalak,
sömürgeci devletlere karşı her bir cephesinde yaşanan kahramanlıkların tarihe
altın harflerle düştüğü “Kurtuluş Savaşı” nı başlatmıştı.
Arkasına büyük Türk Ulusunu da alarak başlattığı bu
savaşta tarihin en çetin cephe savaşları yaşanmıştır. Yüz yüze, göğüs göğse
yaşanan bu çarpışmalarda Türk Milleti onlarca kahramanlık destanı yazmıştır. Bu
destanları günlerce anlatsam bitmez elbette. İşte bunlardan bir tanesinde bu
milletin ne kadar asil olduğunun adeta ispatı gibi tarih sayfalarına şöyle
kayıt düşecektir.
"Fransızlar, biz Türkler gibi mert bir milletle
savaştık. Hiç unutmam. Savaş sahasında dövüş bitmişti. Yaralı ve ölülerin
arasında dolaşıyorduk az evvel, Türk ve Fransız askerleri süngü süngüye gelip
ağır zayiat vermişlerdi. Bu sırada gördüğüm bir hadiseyi ömrüm boyunca unutamayacağım.
Yerde bir Fransız askeri yatıyor, bir Türk askeride kendi gömleğini yırtmış
onun yaralarını sarıyor, kanlarını temizliyordu. Tercüman vasıtası ile şöyle
bir konuşma yaptık:
- Niçin öldürmek istediğin askere yardım ediyorsun? Mecalsiz
haldeki Türk askeri şu karşılığı verdi:
"Bu Fransız yaralanınca cebinden yaşlı bir kadın
resmi çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım ama herhalde annesi olacaktı.
Benim ise kimsem yok. İstedim ki, o kurtulsun, anasının yanına dönsün". Bu
asil ve âlicenap duygu karşısında hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bu sırada,
emir subayım Türk askerinin yakasını açtı. O anda gördüğüm manzaradan
yanaklarımdan sızan yaşların donduğunu hissettim. Çünkü Türk askerinin göğsünde
bizim askerinkinden çok ağır bir süngü yarası vardı ve bu yaraya bir tutam ot
tıkamıştı. Az sonra ikisi de öldüler..."
İşte bizim askerlerimiz bu toprakları düşman askerlerinin
elinden söke söke alarak, onları bir çakal sürüsü gibi kovalayarak denize
dökmüş, böyle asil bir ruhla şahadet şerbeti içerek kurtarmışlardır.
Çeyrek
milyon şehit kanıyla sulanan canım Anadolu 29 Ekim 1923 sabahına ufukta günlük
güneşlik bir günle uyanmıştı. Gökyüzünde güneş bir başka güzel ışıldıyor,
kuşlar gökyüzünde bir başka neşeli kanat çırpıyordu. Zira Mustafa Kemal ve
silah arkadaşlarının önderliğinde TBMM’ inde Anadolu’da yeni bir devlet
kurulmuştu. Bu devletin adı Türkiye Cumhuriyet’iydi.
Bu toprakları canları, kanları pahasına koruyan yüce
şehitlerimizin, tarihin en büyük askeri dehası Mustafa Kemal’in ve tüm şerefli
silah arkadaşlarının huzurunda saygıyla eğiliyor, onları minnetle anıyorum.
CUMHURİYET BAYRAMI’MIZ KUTLU OLSUN !!!